Devletimiz ‘ Orman vasfını kaybetmiş’ arazilere ilişkin yeni düzenlemeler getirdi. 2B arazileri adı verilen, 6831 sayılı orman kanununun 2. maddesinin B fıkrasına göre;
Arazilerin rayiç bedel üzerinden 10 bin lira peşinat ve 5 yıla kadar vade ile satılacağı bildiriliyor.
Dağın başında 2B kapsamında orman dışına çıkarılmış bir tarlanın alıcısı olabilir mi? Ya da köylümüzde bu tarlayı alacak para var mı?
Mesele sadece Akdeniz, Ege, Marmara ve Karadeniz kıyılarındaki villa yapılacak araziler için geçerli olabilir. Bu da vatandaşımıza ormanların yağma edilmesi endişesini düşündürüyor. Dolayısıyla yağma edilen bu yörelerdeki insanlarımızın yaşadıkları topraklardan göç etmesi anlamına geliyor.
Antalya, Alanya ve İzmir’in bazı yörelerinde köylülerin 2B arazileri için yapmış oldukları eylemler topraklarını kaybetme kaygısı ve rayiç bedeli yüksek bulmalarına dayanmaktadır.
Ülkemizde 20 bin orman köyümüz ve orada yaşayan 17 milyon orman köylümüz vardır. Anayasada 2B lerin ancak orman köylülerine devredilebileceğini belirten bir madde vardır. Ancak bu yörede yaşayan köylülerimizin ekonomik durumu zayıf olduğundan bu arazileri satın alacak güçleri yoktur. Köylümüz alamayınca bu arazileri başkaları alacak dolayısıyla köylülerimiz yerlerinden, yurtlarından olacaklardır.
Memleketin en önemli sorunlarından biri olan göç sorunu toprakla alakalıdır. Göç yoksulluk ve çaresizlikten olmaktadır. Yoksa vatandaşımız doğduğu büyüdüğü yeri niçin bıraksın. Elbette herkes hayatının sonuna kadar köyde yaşasın demiyoruz ama kendini doyuran bir ülke olmamız için köydeki hayatın devam etmesi şarttır. Bir zamanlar sayın Demirel’in ağzından sık, sık duyardık ‘Ülkemiz dünyada kendi kendini doyuran ilk 10 ülke arasındadır’ diye…
Bugün hayatı idame ettirmenin başında toprak varsa, geleceğin en önemli silahı buğday ve pirinçse, dünyanın temel sorunu açlık ise toprak ve köylümüzün kıymetini bilmeliyiz.
Köylümüzü ayakta tutacak olan tarım sektörü daima devletin himayesine ve yönlendirmesine muhtaçtır. Serbest piyasa ekonomisi tarımın yapısına ve ülkemizde ki tarım gerçeğine uygun değildir.
Üretim girdilerinin fiyatlı oluşu, destekleme fiyatlarının düşük oluşu köylümüzü çiftçilik yapamayacak duruma getirmiştir.
Hükümetimiz; tohum ekmeden önce iki rekat namaz kılıp ‘Kurdunan kuşunan, eşinen dostunan yemek nasip eyle’ diye dua eden devletine bağlı, çile çekmeye alışık, mütevekkil bu büyük kütleyi ve Türk ekonomisinin temeli olan tarımı koruyan bir politika izlemelidir.
Bunca yıldır büyük şehirlere çoluk çocuğuna istikbal temini için akan kalabalıklar, köylerinden kopan yığınlar artık büyük şehirlere istekle bakmıyorlar.
Okumuşların hali meydanda, emekli olanlar ise bir hayat yorgunu olarak yıllar önce terk ettikleri köylerine dönüyorlar. Köyde kalanlar artık eskisi gibi satıp savıp şehre göçmeye heves etmiyorlar. Çünkü köydeki vatandaşımız hiç olmazsa karnını doyuruyor, başını sokacak bir damı var. Başkalarına el açmadan zor da olsa hayatını devam ettiriyor. Çünkü artık şehirlerin istikbal vadeden, umut üreten kapıları kapalı.
Şehirlere göç edip tutunmaya çalışan köylü nüfusumuzun çoğu geri dönüş eğilimi içerisinde. Köye dönecek ama elde avuçta bir şey yok. Köye dönse sermaye lazım. Tohum için, inek için, gübre için, tarlayı sürmek için…
Aslında tokiler büyük şehirlere değil köylere yapılmalı. Şehirde olan rahatlığı köyümüze köylümüze getirirsek ona çiftçilik yapacak desteği verirsek İstanbul’a vize koymayı düşünmenin hiç gereği kalmaz. O zaman köylümüzden üç çocuk isteyebiliriz. Üreten ve kendi kendini doyuran bir ülke, köylüyü doğduğu toprakta tutan politikaları hayata geçirmekle sağlanabilir.
Bu nedenle köylümüzü doğduğu, büyüdüğü yerde mutlu etmekten başka çare kalmıyor. Çare 2B yasaları değildir. Çare ormanlarımızın maaşsız bekçileri olan orman köylülerini yerlerinden yurtlarından eden yasaları uygulamaktan değil, köylümüze refah getirecek kırsal kalkınma projesini uygulamaktan geçer.
11.03.2013