Bir bayram sabahı…
Güneşin ilk ışıkları “hadi kalk artık ,bugün bayram” dercesine pencereme vuruyor. Babamın sesi ile yatağımdan kalkıyorum. O esnada evimizin içini babamın esans-parfüm karışımı kokusu sarmış. O herkesten önce kalkmış, abimle birlikte bayram namazına gitmiş gelmiş. Her zamanki şıklığı ile aynanın karşısında takım elbisesinin içine kravat deniyor. Annem ise ablalarımla birlikte mutfakta telaşlı bir şekilde bayram sabahı kahvaltısını hazırlıyor. Herkesin yüzü gülüyor. Yüzümü yıkayıp kendime geldikten sonra odama geçip bayramlık kıyafetlerimi giyiyorum. Kahvaltıya oturmadan önce ailece bayramlaşılıyor. Her gün aynı evde yaşasak ta, bayram sabahı anne-babanın, abinin ,ablanın elini öpmek, sarılmak başka bir duygu…Tabii bayram sabahı ailece yapılan kahvaltının da yeri bir başkadır. Masadaki veya sofradaki o samimiyet, o birliktelik, o kenetlenme, aile ile birlikte geçirilen bayram sabahının adeta bir tebessümü gibidir. Bayram kahvaltısı aile olmanın, huzurun, mutluluğun ve daha birçok güzel duygunun hissedildiği kahvaltılardır. İnsanın kendisini zengin ve mutlu hissettiği en güzel anlardan birisidir. Çünkü bayram kahvaltısına beraber oturabileceğiniz bir aileniz varsa,en zenginisizsiniz demektir. Arkanızda o ailenin gücünü hissettiğinizde, kendinizi savrulan bir yaprak gibi değil de, köklü bir çınar ağacı gibi güçlü zannedersiniz. Ben kesinlikle çok şanslı bir çocuktum.Çünkü sevgi dolu bir ailede büyüdüm ve hala da öyleyim.
Her neyse…Kahvaltı menüsüne gelecek olursak, en başta olmazsa olmazımız Taşova’nın mahalle fırınlarında pişirilen delikli köy ekmeği, sıcacıkcevizli-haşhaşlı çörek ve efsane keçi peyniri ile sıcacık çayın birleşmesiydi... Hatta bir demlik çay yetmez, ikincisi demlenirdi. Yine televizyonda Barış Manço abimizin o güzel sesiyle “Bugün bayram, erken kalkın çocuklar. Giyelim en güzel giysileri...” şarkısı kahvaltımıza eşlik ederdi. Daha sonraları abimin, ablalarımın evlenmelerinden sonra bu kahvaltı ritüeli hep yarım kalmaya mahkum oldu. Evet, bu durum belki hayatın bir gerçeğiydi, ama bütün ailenin o sofrada olması da bambaşka bir mutluluktu.
Sonrasında o dönemin harika komşuluk ilişkileri devreye girerdi. Biz çocukluğumuzda 3 sokak üstü komşularımıza bile el öpmeye, şeker toplamaya giderdik. Korkmadan, çekinmeden ,utanmadan… Çünkü o büyüklerimizin de bizi kendi çocukları gibi sevdiklerini bilirdik, hatta hissederdik. Her şeyden önce sevgi, saygı, komşuluk ve akrabalık vardı. O dönemler henüz apartman dairelerine taşınılmadığı için sokaktan, pencerelerden hep çocuk sesleri duyulurdu.Bütün mahalleli birbiriyle bayramlaşırdı.
Çocukluğumuzda anne-babamızın bizi elimizden tutup, elini öpmeye götürdüğü o büyüklerimizin nerdeyse çok büyük bir bölümü ,öteki dünyaya göç etmişse ve hatta yaşıtlarımızdan bile hayatını kaybedenler varsa, bayram geldiğinde şöyle bir düşünür ve “vayy be, nerede kaldı şimdi o eski bayramlar” sözleri dilimizden dökülür.
Bence bu söz sanki geçmişe, çocukluğa duyulan özlem gibi.. Şimdi hangimiz özlemiyor ki çocukluğumuzda kalan bayramları,..Mesela Sümerbank’tan yeni alınan gıcır gıcır ayakkabılarımızı, büyüklerimizin elini öperek aldığımız harçlıkların hazzını, şeker –çikolata yemekten çürüyen dişlerimizi…Hepimiz çoközlüyoruz...
Peki şimdi bizler eski bayramları mı özlüyoruz, yoksa çocukluğumuzu mu?
Artık ne yazık ki, hiçbir bayram sabahında, pencereyi açtığımda, çocukluğumda odamı ısıtan o güneşin tadını alamıyorum. Çocukluğumuzun geçtiği evimizde o eski bayramlar yok artık. Terk etti gitti buraları. Bir daha da asla uğramayacak. Çünkü bayram sabahı erkenden kalkıp abimle bayram namazına giden ve döndüğünde beni uyandıran babam yok artık. O gideli 25 sene oldu. Eminim gittiği yerde mutlu ve huzurludur. Biz ise onun bıraktığı yerde hala çok yarımız, eksiğiz ve buruğuz.
Yine canım annem…Yanımda değil, çok uzaklarda..Yollarımı gözleyen annemle ayrı şehirlerde olmak beni çok üzüyor.O’nun olmadığı bayram sabahları da hep eksik, hep yarım…Ailemizin, sevdiklerimizin kıymetini bilmek lazım... Şu hayat ne küsmeye, ne kızmaya, ne de üzülmeye değiyor. Her şey sadece ve sadece bir anlık…
Ayrıca bayramlar insanların kendini rahatlatması ve huzur bulması için dekendine has özel günlerdi. Ailece oturulan kahvaltı sofrasında, bayram ziyaretinde yenen tatlıda, yapılan kısa sohbette, büyüklerin ellerini öpmede, bayramlık kıyafetlerde, hemen her şeyde huzur vardı. Açıkçası eski bayramlar insanın kendisini bir nevi şarj ettiği günlerdi.
İşin kötü tarafı; biz o eski bayramları özlerken, Covid-19 diye bir virüs çıktı ve bizi tüm sevdiklerimizden,tüm güzelliklerden iyice uzaklaştırdı. 2 senedir hiç aklımıza gelmeyecek bir şekilde bayram kutluyoruz. Anne ve babalar evlatlarından ayrı, artık sadece telefonla veya görüntülü olarak bayram kutlayabiliyoruz. Bu sene bir bayramımız daha el öpmeden,çocuklara şeker-çikolata veremeden geçecek. Bunların hepsini önceden yapabiliyorduk ama o zaman da ne yazık ki kıymetini bilmiyorduk.
Dilerim ki bu böyle geçen son bayram olur.Kalabalık ve huzur dolu sofralarınızın olduğu, ailenizin ve sevdiklerinizin değerini bilip, birlikte olmanın keyfini çıkaracağınız nice bayramlar yaşamanız dileğiyle …
Hepinize sağlık, mutluluk ve huzur dolu bir bayram diliyorum.
Selam ve sevgilerimle…
Necip ERKAN