Mimar Nezih Eldem 1950 yılında mimarlık kültürünü araştırmak için iki sene Roma’da bulunmuş. Bolonga’da birkaç ay kalıyor. Orada şahit olduklarını anlatıyor: Mesela yaşlı bir kadın diyor ki: ‘Karşı kaldırımın değişmesine razı değilim. Ben 60-70 senedir burada oturuyorum, buradan karşı köşeyi seyrederken yaprakların arasından sızan güneş ışıklarının gelip orada farklı renkteki taşların üzerinde kıpırdayışının güzelliğini tarif edemem. Bu, hayatımın bir parçası, gerçek bir güzellik. Bunu tahrip edemezsiniz’ EVET, ONU TAHRİP ETMİYORLAR.
İnsanların kararlarıyla katıldıkları başka bir olay 1957’de Boston’da cereyan ediyor. Buna Boston vakası diyorlar.
1957 yılında birkaç senelik çok ciddi bir çalışmayla planlanarak Boston’a yapılan çevre yoluna ve çevre yolundan şehre giriş yollarına çevredeki KÖYLÜLER karşı çıkıyor. Çambükü köyümüzde olduğu gibi engellemeler başlıyor, mahalli semt merkeziyle karayolları idaresi bir araya geliyor. Karayolları idaresi diyor ki, ‘Köylüler niçin engelliyor? Bir nedeni olması lazım’.
Şehir plancıları, tarımcılar, ekonomistler, sosyal bilimciler v.s den oluşan bir heyet, bir sene çalışıyor. Çıkan netice müthiş önemli. Her noktada köylülerin itirazlarının haklı olduğu ortaya çıkıyor. Bu olaya Boston vakası deniyor.
İtirazlar dikkate alınarak bütün güzergah yeniden planlanıyor.
Vakanın teorik değerlendirmesi şöyle: Merkezde bulunan kişi, tepeden baktığı zaman mahalli, mikrokozmosa ait realiteleri göremez; ancak genel şeyleri görebilir ve değerler sistemini, karar mekanizmalarını belirleyebilir. Fakat detayları göremez.
Onun için planlama, mutlaka mahalli insanın strateji alternatifleri karşısındaki tepkisine, katılımına ihtiyaç duyar. Söz konusu olan sadece tepki değil, katılımdır. Bilgiden hareket edilerek üretilen çözüm de yanlışların düzeltilmesi ameliyesidir. Bu da insanların katılımıyla gerçekleşir.
Boston vakasından itibaren Avrupa ülkelerinde Amerika’da ve bütün dünyada planlar, halktan gelecek tepkilerle kesinleştiriliyormuş (Türkiye hariç!…)
Mimar Turgut Cansever’in ‘Osmanlı Şehri’ kitabında alıntılamış olduğum bu satırlar 1950 yıllarında yani 70 yıl önce bireyin ve vatandaşların demokratik taleplerine kulak veren, onların kararlarına uygun çözümler üreten bir anlayışın bugün Çambükü gibi bir köyde yaşayan insanlarımıza neden gösterilmediğini düşündürdü bizlere…
Biz de bugün bu tavrı göstermek zorundayız. Çünkü rejimi adı cumhuriyet olan bir devletin başarısı, merkezi iradenin emrettikleriyle değil, halkın taleplerini yerine getirmekle gerçekleşir. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın ilkesi unutulmamalıdır.
Ez cümle şunu demek istiyoruz. Çambükü köylülerimiz OSB’ye karşı değiller. ‘Köylülerimizin bir nedeni olmalı’yı öne alan bir anlayışla, şehir plancıları, tarımcılar, ekonomistler, sosyal bilimciler bir sene değil birkaç günlük bir incelemeyle köylülerimizin itirazlarına çözüm bulabilirler.
İtirazlar dikkate alınarak köylümüzü mutlu edecek bir çözümün en kısa zamanda gerçekleşmesi dileğiyle…