Önden giden arkadaşlarının düşman karşısında şehit olduğunu görüp, birkaç dakika sonra aynı şekilde kendilerinin de şehit olacaklarını bilen urbasız, ayakkabısız, silahsız 18-20 yaşında yiğit Mehmetçiklerin Allah Allah nidalarıyla gözünü kırpmadan düşmanın alev kusan silahlarına doğru koştuğu Çanakkale Savaşı’nın 100. yılındayız.
“Ölürsem şehit, kalırsam gazi” inancıyla yiğit erlerimizin vatan için namus için milli varlığımızı sonsuza kadar yaşatmak için ölümü şerbet gibi içerek bize bu vatanı ve aziz hatıralarını bıraktıkları zaferin 100. Yılı…
Çanakkale de 250 bin evladımızı, gencimizi şehit verdik.
Onlar hilal uğruna, din, bayrak, vatan uğruna şehit olan genç fidanlardı. Onlar gözlerini kırpmadan şehit düştüler. En temel hak olan yaşama hakkından, canlarından vazgeçtiler. Bu ağır bedelin karşılığında hürriyetlerini istiklallerini, vatanlarını milletlerini kurtardılar. Biz bugün bu topraklarda özgürce yaşıyorsak onların kanları pahasınadır.
Onlar ölmesini bilmeselerdi 1300 sene evvel Bilge Kağan’ın dediği gibi kız çocuklarımız cariye olurdu. Onların sayesinde namusumuzu çiğnetmedik.
Çanakkale zaferinin 100. Yılını kutlamaktayız. Bu zaferin 100. Yılında milli ruh, milli şuur olarak ne durumdayız. Hatırlarsınız bir dönemin başbakanı Turgut Özal milli değerlerine çok bağlı olan Japonların Batıya meydan okuyan ilerleyişi karşısında Japon eğitim sistemine ilgi duyar. Bu sebeple araştırma yapmak üzere bir Japon heyetini Türkiye’ye davet eder. Türkiye’ye gelen Japon heyeti ülkemizin değişik yerlerinde araştırmalar yapar. Sonra da bu araştırmaların sonuçlarını takdim etmek üzere zamanın Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler ile birlikte Başbakan Özal’ın huzuruna çıkarlar. Eğitim alanında uzman olan heyetin kararı kısa ve kesindir. Derler ki: “Sizin gençlerinizde milli şuur yok.” Bu karar Türk yetkililerinin canını sıkar şaşkınlık ve hayret içinde sorarlar; “Siz Japonlar gençlerinize milli ruh ve milli şuuru nasıl kazandırdınız?” Japonlar bizim için düşündürücü olan şu cevabı verirler:
Biz çocuklarımızı uçak kadar hızlı trenlere bindirir, çok katlı yollardan geçiririz. En üstün teknoloji ve robotlarla çalışan dev fabrikalarımızı gezdiririz. Ve çocuklarımıza deriz ki gördüğünüz bu fabrikaları, bu hızlı trenleri atalarınız yaptı. Eğer siz daha çok çalışırsanız bunlardan daha iyilerini yapabilirsiniz.
Daha sonra da onları Hiroşima ve Nagazaki’ye götürür ve yine deriz ki, eğer siz çalışmazsanız, vatanınızı korumaz milletinizi sevmez, birlik içinde olmazsanız düşmanlar sizin ülkenizi bombalar, yaşanmaz hale getirir. Ve onlara Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki’nin küllerinden doğduğunu anlatırız. Vehbi Dinçerler: “Peki bizim atom bombası atılmış bir yerimiz yok. Biz ne yapacağız” deyince Japon Profesör şöyle devam eder:
“ Sizler değil misiniz yedi düvele meydan okuyan. Sizin de Çanakkale’niz var. Çocuklarınızı oraya götürerek milli şuur eksiğinizi tamamlayabilirsiniz.”
Ömer Lütfü Mete’nin şu düşüncelerini kendime çok yakın bulmaktayım. “ Kendimi her zaman ortada tutmaya çalıştım. Ortada kalabildiysem, ortada kalmam da isabetliyse, bunu kendi becerimden ve tercihimden çok iki tarafın neredeyse eşit iticiliklerine borçlu olduğumu itiraf etmem gerekir.”
Bir vatandaş olarak ülkemizde Çanakkale zaferinden bile tefrika yaratan bir zihniyetin varlığından rahatsızlık duyuyorum.
Berthe Georges –Gaulıs Kurtuluş savaşında Türkiye’de bulunan Fransız kadın gazetecinin kitabında;
“ Mustafa Kemal’in askeri dehası ve yüksek komuta kabiliyeti artık herkes tarafından kabul edilen bir gerçekti. Mustafa Kemal’in bu savaşlar sırasında gösterdiği kahramanlık, azim ve yüksek kumanda kudreti, kendisine memleket içinde ve dışında büyük bir ün sağlamıştı. O artık “Anafartalar Kahramanı” olarak anılmaktaydı. İngilizler müttefikleriyle birlikte Çanakkale’den çekilmek zorunda kalmışlardı.”
Evet, iticiliğin bir tarafı Mustafa Kemal’i Çanakkale zaferinde görmezden gelen yok sayan bir zihniyet, diğer tarafta Çanakkale’yi geçilmez yapanlara ait anlatılan anekdotlara mantık dışı, hurafe gözüyle bakanlar. Bunlara da en güzel cevabı Şeyhül Muharririn Ahmet Kabaklı vermişti:
“ Orta Asya’dan balkanlara çil kubbeler altında uyuyan bu aziz ölüler toprağı vatan yaparlar. Onların isimleri etrafında teşekkül eden efsaneler ve menkıbeler hor görülmemeli, onlara “saçma şeyler” gözüyle bakılmamalıdır. Çünkü onlar halkımızın velilere sunduğu manevi armağanlardır. Unutmayın, vatanın hangi köşesinde yitirdiğimiz eski büyük yurtlarımızın hangi yerinde o babalar yatıyor ve o efsaneler söyleniyorsa oralar bizimdir. Ancak oralar vatandır. Efsaneler manevi vatandır.”
Milli ruh, milli şuur bir ülkenin milli ve dini değerlerini çatıştırmakla değil barıştırmak ve kaynaştırmakla kazanılır. İstiklal şairimiz “Girmeden tefrika bir millete düşman giremez- Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.” Derken bu ruhu bu şuuru ifade ediyordu. Çanakkale’yi geçilmez yapanlar da bu ruhu taşıyorlardı.
Çanakkale zaferini gerçekleştiren kahraman şehitleri minnetle ve rahmetle anıyoruz.