Anıları niçin yazma ihtiyacı duyarız. Geçmişin güzel anılarını hatırlayıp yeniden yaşama arzusu diyebiliriz. Macera dolu bir geçmişin tecrübelerini gelecek nesillere aktarmak, ilgiye meraka değer olayları başkalarına ibret olsun diye anlatmak, toplumların tarihleri için önem arz eden bazı olaylara tanıklık etmiş kişilerin hayatlarından bazı kesitler anı olarak yazılabilir.
Biz bu yazımızda 1980 öncesi yan yana gelip oturmayı bir yana bırakın, birbirlerine selam vermeyen insanların aradan geçen kırk yıl sonrasında aynı masada buluşup sohbet etmeleri ve bu sohbette kağıda dökülecek güzellikte bir anıya olan şahitliğimizi okuyucularımızla paylaşmak istiyoruz.
İlçe insanımızın şivesiyle ‘Dene Pazarı’ çay ocakları anıların paylaşıldığı, demli çayların peş peşe tazelendiği nice sohbetlerin yapıldığı, dost insanların yorgunluğunu alan, kafaların ve gönüllerin dinlendirildiği, geçmiş zaman güzelliklerinin günümüze taşındığı, zamanın nasıl geçtiğinin farkına varılmadığı saadetli saatlerin yaşandığı ilçe meydanımız…
Bir devrin çilesini çekmiş 1980 öncesinin ülkücü gençlerinden Ayakkabıcı Hilmi Usta’nın oğlu Recai Usta ve 12 Eylül’ün bedelini ağır ödemiş ilçemizde solun önde gelen devrimci yurtsever çevre konusunda duyarlı Fazlı Kuru ile Dene Pazarı simit kafenin önünde bir masada çaylarımızı yudumlarken sohbete koyuluyoruz.
Recai Usta yakın bir tarihte kaybettiğimiz Öğretmen Sedat Önder’le olan bir anısını paylaştı bizimle;
Recai Usta İstanbul Üsküdar’da PTT’de memurluk görevini yaparken ilçemizin eski sol görüşlü Öğretmenlerinden Sedat Önder’le tesadüfen karşılaşıyorlar. Sedat Hoca’nın evi Recai Usta’nın işyerine yüz metre uzaklıktadır. Yıllar sonra aynı ilçenin ayrı görüşteki iki insanı İstanbul’da bir araya geliyor samimiyet ve dostluğu ilerletip arada bir de birlikte yemeğe gidiyorlar. Eski günleri anarak Sedat Hoca içkisini, Recai Usta kolasını içerek balık menülü güzel sohbetleri oluyor. Arkadaşlıkları ve dostlukları o kadar ilerliyor ki, 12 Eylül öncesinin birbirine kurşun atacak kadar düşmanlıkların yaşandığı o günlerden aynı masada birbirlerinin yediklerine, içtiklerine, düşüncelerine saygılı bir anlayışla sürdürdükleri bir arkadaşlıkları oluşuyor.
Ve bir gün yine bir yemek masasında Sedat Hoca, Recai Usta’ya ‘Recai seni tanıdıktan sonra ülkücü olasım geliyor’ diyor. Recai’de Sedat Hocaya aynı güzellikte bir cevapla; ‘Sedat ben de seni tanıdıkça solcu olasım geliyor’ gibi karşılıklı bir iltifatla geçmişin düşmanlıklarının ülke insanımızın, memleket gençliğinin yüreğinde bir sevgi yumağına dönüşmesinin anlatıldığı bu sohbete şahit olduktan sonra bu anıyı yazmanın geleceğe bırakılacak güzellikte bir not olduğunu düşünerek sizlerle paylaşmak istedik.
Ne acıdır ki Sedat Hoca kanser denen hastalıkla boğuşurken Recai Usta’da kalp krizi geçirmiş uzun bir süre komada kalmıştır. Komadan çıktıktan sonra iki arkadaş bir Cuma günü buluştuklarında birbirlerine sarılıp ‘Kendine iyi bak’ temennisiyle vedalaşmışlar. Bir gün sonra Sedat Hoca vefat etmiş. Recai Usta sohbeti ‘Çok güzel bir helalleşme ile ayrıldık’ sözleriyle tamamlarken yaşanmış olan bu güzelliğin hüznünü duydum anlattıklarında.
Onlar gençliklerinin çok geride kaldığı, ömürlerinin artık ikindiye dayandığı 1970 li yılların anarşi ortamında kırılan/kırdırılan ‘Kayıp bir neslin’ bir devrin delikanlılarının son temsilcileriydi.
O fırtınalı yıllardan geriye kalanlar ve bedeli çok ağır ödenen 80 öncesi ve sonrası yaşananlar, yaşanan yaşatılan arkadaşlıklar, paylaşılan yokluklar, eskimeyen dostluklar Yusufiyede geçmek bilmeyen günler, yapılan işkenceler, atılan iftiralar, reva görülen zulümler, tükenen umutlar, heba olan yıllar gençliklerini, istikballerini kaybeden bir nesil…
Bu ülkenin gençleri acı ve çilelerle dolu bir tarihi yaşadılar. Uğradıkları işkenceye ve haksızlıklara onurlu bir tavır gösterdiler. Yaşananların tarihi ile ilgili çok şeyler yazılacak değerlendirilecek elbette.
Üzülerek belirtmeliyiz ki 12 Eylül 1980 den önceki anarşi ve terörden en çok gençlerimiz zarar gördü. Dışardan organize edildiğinden asla şüphemiz olmayan bir komplo ile ‘Gençliğimiz’ perişan edildi. Binlercesi öldü ve sakat kaldı. Bunlar vatanımızın en zeki ve kültürlü çocukları, kendilerine ümit bağladığımız evlatlarımızdı.
Bugün üzerinde yaşadığımız Anadolu coğrafyasını ‘Vatan tutmanın’ mesuliyet ve riskleri büyüktür. Bir ülkenin gelişmesi için birinci şart birlik beraberliğin ve huzurun olmasıdır. Ne yazık ki ülkemiz üzerinde emelleri olanlar, insanımızı sağcı solcu, Alevi Sünni, Türk Kürt kamplaşmasına sürükleyerek nice memleket evladının kan ve gözyaşını akıttırarak maddi ve manevi olarak verdikleri zarar unutulacak gibi değildir.
Recai Usta ve Sedat Önder Hocanın yaşanmış bu hikayesi bize ülke insanımızın hasletini ve insan sevgisini anlatıyor bu nedenle ayrılıklar değil ortaklıklar vurgulanmalı. Bugün barış dilinin öncülüğünü yapanları yarın tarih hayırla yad edecektir.
İnsanımıza dair, iyiliğe dair yaşanmış hikayeler biter ya da azalırsa fakirleşiriz diye korkuyoruz. Bu itibarla, elimizin yettiği, dilimizin döndüğünce, kalemimizin yazdığı süresince bu güzellikleri sizlerle paylaşmak istiyoruz.