Hayatın normal akışı içinde yüreğimizi burkan, vicdanımızı sızlatan görüntülerle karşılaşırız bazan. Onlar kah iş yerinde kah bir köşe başında, cami avlusunda elinde sakız, kalem, mendil satarak rızık temin etmeye çalışan yaşlı insanlarımız ya da harfleri tanıma yaşındayken hayatı tanımak zorunda bırakılan kimsesiz çocuklarımızdır.
Tanrının imtihan vesilesi olarak karşımıza çıkardığına inandığımız bu ibret levhalarıyla karşılaştığınızda yardım edenlerimiz de olur, ki bizim insanımız dileneni boş çevirmez, “Allah Versin” le geçiştireni de…
Şahit olduğumuz manzara insanlık onurunu inciten bir manzaradır. Düşünürsünüz, karşınızdaki sizin gibi bir insan. Münferit yardımlarla çok farklı boyuttaki bu sosyal hadise çözülebilir mi ? …
Dilencilik, dilencinin meslek olarak iş olarak gördüğü, kolay bir kazanç yolu olduğu için dilenmeye eğilimli kişileri teşvik eden, insanların duygularına, vicdanlarına hitap ederek emeksiz, haksız gelir elde eden, sayıları her gün biraz daha artan bir meslek dalı halini almış gibi görünmektedir.
Ülkemizde dilenciler televizyon ve gazetelerde haber niteliğinde; zabıtanın yakaladığı dilencinin üzerinden büyük miktarda para, yüklü miktarda banka hesabını gösteren cüzdan çıktı, dilenci değil ayaklı banka, dilencinin cebinden borç verdiği kişilerin listesi çıktı gibi magazinleştirerek haber konusu yapılmıştır.
Ülkemizde gazete ve televizyonlarda dilenciliğin toplumsal bir sorun olduğu yönü pek zikredilmez, dilencilik konusu toplumsal nedenleri ile tartışılmamıştır. Tartışılmadığı için de insani bir yardım, yardımlaşma olarak düşünülmüş olmalı ki caydırıcı cezalarla cezalandırılan olağan bir eylem olarak değerlendirilmiştir.
Dilenciler yaptıkları işte daha çok vicdanları etkileyen yöntemleri kullanırlar; Vücudundaki sakatı teşhir ederek yardım isteyenler, çocuğuna maske takarak hastalık görüntüsü ile dilenenler, hastane yakınlarında ameliyattan yeni çıktım diyerek ilaç parası talep edenler, garajlarda memlekete gitmek için bilet parasına ihtiyacı olduğunu söyleyerek para isteyenler bu türdendir.
Bir de hizmet karşılığında para dilenenler vardır. Trafik ışıklarında araba camı silenler, ellerinde kağıt mendil satanlar veya baskül ile tartım karşılığı para alan kesimler daha çok küçük çocuklar grubudur. Ancak vatandaşımız bunları dilenci kategorisine sokmaz yaptığı yardımı bir emeğin karşılığı olarak düşünür.
Dilenme hitabının en önemli cümlelerinden biri “Allah rızası için bir sadaka” söylemidir. Bazı dilenciler de etkisinin daha fazla olacağı taktiği ile “Sevdiklerinizin başı gözü için” diyerek avuç açarlar.
Ülkemizde daha çok dilenme zamanları ve mekanları; özellikle ramazan ayı boyunca dilenci sayısında bir artış görülür. İlçe pazarı ramazan ruhaniyetini değerlendiren dilencilerle dolup taşar. Dilenciler en çok esnaf iş yerlerinde, cami önlerinde, otobüs garajlarında ve arife günleri mezarlıklarda icra-yı sanat eylerler.
Dilenci deyip geçmeyelim ta Osmanlı zamanında XVII. Yüzyılda İstanbul’da dilenmesi mazur görülen hasta, sakat ve kimsesizlere “Cer Tezkeresi” denen bir dilencilik ruhsatı verilerek halk arasında dilenci kahyası diye anılan Kethüdalığa bağlanmış. Daha sonraları da “Sail” (dilenci) ya da “Cerrar” (zorla para alan kimse) denilen bu dilenci grupları lonca sahibi bir esnaf teşkilatı hüviyeti kazanmışlar.
Her ne kadar zamanımızda dilencilerimize esnaf teşkilatı hüviyeti kazandırmış olmasak bile bizimde dilenci köylerimiz var. Köyün alayı dilenci. Köyün tüm vatandaşları özellikle ramazan aylarında dilenmek için kadın-erkek, çoluk-çocuk köy dışına ticarete, pazara gidiyorum bahanesiyle çıkıp İstanbul, Ankara, Konya, Afyon gibi büyük şehirlerde dilenip köylerine dönüyorlar ve bu köylülerimizin traktörleri ekip biçtikleri tarlaları var.
Yine zamanımızda kağıt mendille, kalemle, baskülle yapılan dilencilik geçmişte şairler tarafından şiirle yapılırmış. Şair Sünbül-zade Vehbi; Kemal erbabına şiiri para kazanmaya vesile etmeyi yakıştıramadığını söyler. Şairin dilencilik yapması en büyük arsızlıktır. Bazı şairler, milletin zifaf gecesine de mevlidine de şiir yazarlar. Birisi insanlar su içsin diye çeşme yapsa; o çeşme, methetme suyunu da parça parça akıtır. Bir insan bir bina yapmaya niyet etse, temelini yapmadan övgüye başlarlar.
Yakışmaz şâ’ire vâdî-i cerrâr
Budur erbâb-ı tab’a pek büyük ‘âr
Yazar bâ’zı gedâ rüsvâ-yı ‘âmı
Zifâf u mevlid-i hâs u ‘avâmı
Birisi su akıtsa çeşmesâre
Olur icrâ-yı medhe pâre pâre
Bir âdem eylese niyyet binaya
Temel vaz’ eyler evvelce senâya
Unutulmasın bir de içimizden biri olarak gördüğümüz, herkesin tanıdığı, yardımda bulunduğu ilçe dilencilerimiz vardı. Rahmetle anıyoruz, Şükriye Teyze (Körgarı) köprü başında mekan tutarak gelip geçenlere “Yolcular gider” sözüyle hatırladığımız, şehrin çocuklarına iyilik yapma, yardımda bulunma hasletini kazandıran güzel insan. Destekli Ahmet, Destekli Kayalı, tipik giyimi ile Erbaa’dan her hafta esnafı ziyaret eden Tonulu Mustafa geçmişin hatırda kalan dilencileriydiler. Yaşayan dilencilerimiz Kirampalı Üsüğün, Belevili Mustafa (Hoşuma Gidiyon)’ yı da zikretmemek haksızlık olur.
Milletimiz, maneviyat dünyamızın rehber kitabı “Veren el alan elden üstünüdür” dediği için sadakayı sevap olarak bilmiş, el açanı boş çevirmemiştir. Dilenme ve dilencilik olgusunun ülke gerçeği olarak hala yaşanır olması asıl meselenin sosyal şartlarla yani ekonomiyle alakalı olduğunu ve sosyal bir hastalık olan dilenme hastalığının tedavi edilmesi gerektiği gerçeğini öne çıkarıyor. Bu mücadelede yoksulların hayat şartlarını iyileştirmeye yönelik koruyucu sosyal politikalara ihtiyaç olduğu kadar sosyal uyum ve rehabilitasyon ağırlıklı faaliyetlere de ihtiyaç var.
“Dilenci bir olsa şekerle beslenir” diyen atalarımıza hak veriyoruz ama toplumumuzda tek bir dilencinin varlığı bile yüreğimizi yakıyor.
Allah kimseyi kimseye muhtaç etmesin…