Anne uğradım eski evimize geçen gün/Yer kapı girişinde sele asılıydı/Saklambaç oynarken saklandığımız/Kuşlarla birlikte pır pır uçardık/Sedirin ucunda şimdi mahzun duruyor/Bayramlık esvaplarımın mahfazası.
Anne kapı tokmağında elimin izi/Çatıda eski pabucum kalmış/Hatılda buldum okul çantamı/Ne de çok özlemişim evimizi/Bir köşede öylece oturup kaldım/Bir varmış bir yok muş gibi her şey/Gerçekler de suretler kadar yalanmış.
Bu nostaljik şiir ilçemize şiiri sevdiren Milli Eğitim Eski Müdürü Şair Ali Rıza Atasoy’a ait. 1960’lı yıllara götürdü bizi sevgili Müdürüm…
Ben de tek katlı kerpiç evimizin çatısında, üzerinde çocukluğumun izlerini taşıyan eşyaları bulmuştum. Kara Mangal, kömür ütüsü, gaz ocağı, gaz lambası renkleri ağarmış ayakkabılar, eski bir okul karnesi, teksas, tom miks ve okul kitapları.
Eski bir dostu görmüş ona kavuşmuş gibi duygular içinde olmuştum. Nem kokmuş, küf tutmuş, pas tutmuş tozlanmış eşyalar ve eşyalarda yaşayan hatıralar. Evet yaşlanan insanların bazı şeyleri unuttuğu doğrudur ama eşyaların üzerine sinmiş geçmişe ait hatıralar unutulmuyor. Hepsinin ayrı bir hikayesi var. Bizi eşyalara bağlayan onun kendisinden ziyade hatırasıdır. Çocukluğumuzun, aile büyüklerimizin el izleri ve üzerlerine sinmiş hatıralar eşyaları bizim için değerli ve paha biçilmez kılıyor.
Paslanmış kara mangal; Soğuk ve uzun kış gecelerinin can yoldaşı. Sohbetlere tanıklık eden, patates közlemesiyle patates kara mangalın en iyi dostlarından biriydi. Mangalın közünü evin büyükleri ayarlardı. Közün dilinden onlar anlardı. Çünkü kararan köz misafire git demek anlamına gelirdi ve bir tekerlemesi bile vardı;
Tükendi söz/Karardı köz/Kalkın siz/Yatacağız biz…
Bu nedenle misafiri gücetmemek için ateşin koru hep canlı tutulurdu. Kara mangalı üzerinde demir çubukları, bir kenarında cızırdayan demliği ile şimdi beyazlaşmış saçlarımla eski mangala bakıp onun sıcaklığında geçmişin güzelliğini, közlerinde hiç sönmeyen sohbetlerini arıyoruz.
Gaz lambaları; Eski evlerimizin duvarları şimdiki gibi pürüzsüz ve bu kadar parlak değildi. Apartman kültürümüze daha girmemişti. Recep Aykan’ın bakkal dükkanından kiloluk şişelere doldurup satın aldığımız gaz yağı ile elektriklerin kesildiği saatlerden sonra evimizin baş köşesinde yerini alırdı gaz lambamız. Lambaya gaz yağının konulması, lambanın camının silinmesi, fitilin ucunu kesmek hüner isteyen işlerdi. O yıllarda lambayla ilgili türküler dolanırdı dillerde; ‘Lamba da şişesiz yanmaz mı/Cicim bana yar bulunmaz mı.
‘Yanıyor mu yeşil köşkün lambası yar/Hiç bitmiyor şu gönlümün kavgası yar. türküleri lamba saltanatının sürdüğü o yıllarda çok söylenen türkülerimizdendi.
Gaz lambaları artık hayatımızdan çekildi. Lamba şişeleri bulmak zorlaştı. Sık sık elektrikleri kesilen köyler dışında lambayı kullanan da kalmadı. Ancak nostaljik mekan süsü olarak yaşamaya ve hatırlanmaya devam ediyor.
Hey gidi gaz ocağı; Tek katlı kerpiç evimizin mutfak kısmı ayrıydı. Burada ocaklığımız vardı. Ocaklıkta yanan ateşte saç ayağının üstünde yemek pişirilir, kaynayan demlik, kaynatılan süt hep ocakta hazırlanırdı. Sonraları gaz ocağı çıktığında yemeklerimizi, çayımızı gaz ve ispirto ile çalışan bu sesli aletle yapmaya başladık. Gaz ocağı kendine ait sesi kokusu ve sıcaklığıyla tüp gaz çıkana kadar güzel anılar bıraktı evlerimize ve o devrin ev hanımlarına. Gaz ocağı da yeniliklere daha fazla dayanamadı o da kara mangal gibi çatıda bodrumda unutuldu gitti. Sonra tüp gaz saltanatı başladı. Sessiz ve kokusuz yanıyordu. Gaz ocağının sesini unutmuştuk onun da saltanatına doğalgaz son verdi. Bütün bu yaşananlara rağmen lise yıllarımızın bekar odasında çayımı demleyen, karnımın doymasına yardımcı olan gaz ocağına eskiciler gelip para etmez deseler de benim gözümde onun kıymetini ölçecek parayı henüz darphaneler basmadı. Zira onun üzerine sinmiş anıları ancak ondan anlayanlar bilir.
Bana çocukluğumdan el sallayan üzerlerinde aile fertlerinin silüetlerini hayal ettiğim, çocukluğumun, ilk gençlik yıllarımın kuytularında kalan, mangal, gaz ocağı, gaz lambası, eskimiş ayakkabılar, solmuş kitaplar zamana direnen çatı aralığından çok şeyler fısıldıyorlar kendilerini tanıyanlara…
Evet eşyalar da konuşuyor. Fakat herkesle değil. Sadece kendi dilini bilenlerle. Bugün doymak bilmeyen satın alma tutkusuyla yeni ve fantazi olana yöneliş tüketim hızıyla artık eşyalara hatıra sıcaklığı bırakamıyoruz. Usandığımız eşyayı bırakıp yenisini alıyoruz eskilerin eşyaları yıllarca kullanmalarını sadece fakirliğe bağlayıp fakirlikle izah edebilir misiniz?…
Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı zamanları yaşadığımızın farkındayız. Ancak hayatımızdan çıkan her şey üzüyor bizleri rahmetli babaannemin ömrünü geçirdiği, ‘Sahibimin evi’ dediği kerpiç evimizin yıkılmasına karşı çıkmasını yeni yeni anlayabiliyorum.
Hatıralar yaşlıların bastonuymuş meğer…