Bizim insanımız “Herkes ölümü tadacaktır” zaviyesinden bakarak ölümü hep tevekkülle karşılamış ve onu korkulacak bir düşman olarak değil sığınılacak bir dost, bir yar olarak değerlendirmiştir.
İnananlar, ölüme atfettikleri bu lezzet ve zevk keyfiyetiyle insanımıza “ölmeden evvel öl” temennisinde bulunarak son durağa davet ederken bu inanışla yaşadıkları zaman içinde karanlıklara, kötülük ve alçaklıklara karşı mücadele vererek insanlığa soluk aldırmışlardır. Sosyal hayatımızda sükun bulmayan çalkantıların sürgit devam etmesi, ölmeden evvel ölmüşlerin, o yaşayan ölülerin tasarruflarına bugün yabancı kalışımız ve de duyarsız oluşumuzdan dolayıdır.
Adı Yıldırım olan hudutsuz zaferlerin yürekli padişahı, Emir Sultan denen alim ve arif kişiye, yaptırdığı cami hakkında fikrini sorup, sitayişli sözler beklerken “Güzel, iyi ama dört tarafında meyhane eksik.” yanıtı ancak ölmeden ölmüş olan yücelerin vereceği bir cevaptır.
Yine bilgisi, fazileti, ululuk ve heybetiyle tarihte nam yapan Yavuz’un hatalarını, sırasında padişaha karşı sert ve haşin bir şekilde söyleyen Şeyhülislam Ali Cemali’yi hatırlayanınız var mı?
Günlerden bir gün bu abide insan, padişahı bir kararından dolayı tenkide başlar. Sabrı taşan padişah hiddetlenerek şöyle bağırır: “Hoca, hoca! Sen umur-ı saltanata(saltanat işlerine) da müdahaleye başladın.” Aldığı cevap basittir: “Evet, padişahım, eğer umur-ı uhreviyyeni(ahiretle ilgili işler) muhafazaya memur olmasak, mesâlih-i dünyeviyyenize(dünya ile ilgili işler) karışmazdık.”
Tarihimizde Emir Sultan denen arif ve alim kişiler, Şeyhülislam Ali Cemali gibi ve ona benzer yaşayan ölüler Osmanlı Devleti’nin yükseliş devirlerinin gönüllü müşavirleri, devlet düzeninin politika ahlakını kuran, kontrol eden idealist kahramanlarıdır.
Onların hükümdarlık makamına karşı olan medeni cesaretleri inançlarından geliyordu. Kimseden bir lütuf ve çıkar beklemedikleri için kendilerini aciz, güçsüz, boynu eğri, borçlu hissetmezler bu yüzden de kimseye satılmazlardı. Bu nedenle de itirazları, hatta cesaretli tehditleri en yürekli padişahlarca dahi hoş karşılanır ve saygı görürlerdi.
Zamanımıza geliyoruz. Ülkede yeni bir anayasa hazırlanıyor. Milletin tasvibine sunulacak. Ülke televizyonlarına bakıyorsunuz. Bir tarafta evetçiler bir tarafta hayırcılar. Uzmanlar geride duruyor. Hukuk kimliği taşımayan herkes konuşuyor. Topçular ve popçular milletin iradesini yönlendirecek reklam görevine soyunmuşlar.
Hukuk bilgisi ve tarafsızlığıyla kabul gören Yargıtay Eski Başkanı Sami Selçuk “Anayasa, vazgeçilmez değerler ve gelecekteki ortak yaşam konularında bir tür uzlaşmadır. Toplum anayasa üzerinde tartışır, temsilciler onu kaleme alır ve o özgür iradeyle benimsenir.” Oysa dünyada olağanüstü ortam ve koşullarda anayasa değişikliğini yasaklayan bir çok anayasa vardır. 1958 Fransız, 1976 Portekiz, 1978 İspanya, 1988 Brezilya, 1991 Romanya, 1994 Belçika örneklerinde olduğu gibi. AKP’li anayasa profesörü bile OHAL döneminde anayasa değişikliği yapılamayacağını dile getirmiştir.
Temel sorun sistem ya da rejim değil demokrasi sorunudur. Demokrasimiz, kural ve kurumlarıyla yerleşmemişse ve uzlaşma kültürümüz yoksa hiçbir sistemin başarılı olma şansı yoktur.
Milli mutabakat metinleri, milli mutabakat şartlarında kabul görür. Bu taslağa neye göre evet veya hayır diyeceğiz. Sayın Cumhurbaşkanına olan sevgi ve nefret mi ölçü alınacak. Evet, hayır için Sayın Devlet Bahçeli’nin başkanlık için daha önce söyledikleri mi kıstas olacak. Sayın Bahçeli ile Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın birbirlerine geçmişte söylediklerine göre mi bir karara varacağız. Referandum sürecinde yapılan miting kalabalıkları mı belirleyici olacak. Yoksa iktidarın yaptığı açılışlar, tüneller, köprüler, yollara bakarak mı, anayasa taslağına oy vereceğiz? HDP’nin referandumdaki tavrına göre mi bir tercihte bulunacağız. Ya da beğendiğimiz futbolcu, şarkıcı, türkücü, tiyatrocunun TV reklamlarından etkilenip ona göre mi oyumuzu belirleyeceğiz.
Dünyanın faniliğinden gelip geçiciliğinden ve ölmeden önce ölenlerin bize bıraktıkları mazi yadigarı ananelerden niçin ders almıyoruz? Osmanlı’nın başarılarının ve hakim bir ırk haline gelmelerinin hikmeti onlara korkusuzca yanlışlarını söyleyen ilim ve irfan ehli insanların varoluşlarında aranmalıdır.
Ukrayna meclisinin kavgalarını anımsatan, kadın milletvekillerinin dahi saç saça baş başa kavga görüntülerinin bakiyesi bir anayasa metninin, olağanüstü hal şartlarında, 15 Temmuz gibi bir darbe girişiminden sonra sağlanan milli mutabakatın arifesinde tekrar toplumu ayrıştıracak, böyle bir girişime şimdi önceliğimiz bu değil, ülkemiz zor şartlarda, bu işin daha geniş bir zaman dilimi içinde gerçekleştirilmesi gerektiğini Sayın Cumhurbaşkanı’na söyleyecek bir ilim ve irfan ehli yok mu? Demokrasi düzenimizin politika ahlakını kuranlar, kontrol edenler, idealist kahramanlar neredeler?
Son bir yıldır karşı karşıya olduğumuz bir iç düşman ve uluslararası sermayenin desteklediği terör örgütleri var. Hatay üzerinden Akdeniz’e açılan bir Kürt devleti dillendiriliyor. Suriye’den şehitlerimiz geliyor. Ekonomimiz sıkıntıda.
Ezcümle bulunduğumuz noktadan kaygılıyız. Bilenlere, hukukçulara kulak verilsin, danışılsın. Uç düşüncelerle uzlaşma gerçekleştirilemez. Ön yargılardan sıyrılıp sorunları akılcı çözümler arayarak birlikte aşmak durumundayız. Halk anayasa konusunda bilgilendirilsin ki bilinçli oy kullanılsın.
Bütün toplumca üzerinde uzlaşılan bir anayasa hem demokratik ve de hepimizin ortak ürünü olacağı için güçlü olacak, Türk toplumu anayasasına kavuşacak. Ülkemiz de anayasal bir devlet olmanın gururunu yaşayacaktır.
“Demokrasinin bütün hastalıklarının daha fazla demokrasiyle tedavi edildiği” gerçeği unutulmamalıdır.