Ömrümüzün büyük bir bölümünü kitaplarla geçirdik. Okunabilir her evraka muhabbet gözüyle baktık. Her ne kadar dünyada söylenmedik söz kalmamıştır denmiş olsa da, tarihçi Hüseyin Menç Bey’in tertip etmiş olduğu Amasya Sevdalılarının, kalem ve kelam erbaplarının ve de konuşmayı, dinlemeyi bilen edebiyat dostlarının icabet edip çaylarını yudumlarken, geçmiş zamanın hatıralarına seyahate çıkarak yeni şeylerin de söylendiği, ilim ve irfan sohbetlerinin yapıldığı “Erik Ağacı Altı” sohbetlerine zevkle katılıyoruz.
Konuşanın, dinleyenin belli olmadığı zamanımızda “Erik Ağacı Altı” sohbetlerinin müdavimleri baki kalan bu kubbede hoş seda bırakmaya devam ediyorlar. Amasya’da İstasyon Gar binası yanında, Kurtboğan Türbesinin hemen yanı başında Erik ağacının altında, çiçeklerini henüz dökmeden “Erik Ağacı Altı” dostları bir çay içimi yan yana gelmeye devam ediyorlar. Oraya gelenler “Gönül ne kahve ister, ne kahvehane/Gönül bir dost ister kahve bahane” diyen gönül dostlarıdır.
Evet, boş saatlerimizi beraber geçirmek için buluşup muhabbet mekanlarında değerlendirirken, edebiyatla birlikte havadan sudan da bahsetsek, hiç ehemmiyet vermeden söylediğimiz sözler, kendimizi sohbete bırakıp ettiğimiz iki çift lakırdı Erik Ağacı müdavimlerinin gönüllerinde silinmez izler bırakırken, Erik Ağacının şahitliğine de ileride özlemle anacağımız ve anlatacağımız hatıralar bırakmış oluyorduk.
Hatıralarla yaşayan ve gelecekten bir şey beklemeyen bir yaş gurubundayız. Yahya Kemal’in mısralarında belirttiği gibi;
“Kamildir o, insan ki yaşar hatıralarla
Bir başka kerem beklemez artık gelecekten.”
Ve Ahmet Haşim’in;
“Bize bir zevk-i tahattur kaldı
Bu sönen, gölgelenen dünyada” dediği gibi bir tatlı hatırlayıştan başka ne kaldı.
Yeşilırmak’ın yorgun ve dermansız aktığı Taşova’yı Amasya’ya bağlayan karayolu boyunca meyve ağaçlarının özellikle kiraz ve erik ağaçlarının beyazlı pembeli renklerinin yeşile döndüğü bahçeleri gördüğünüzde içinizden bir yaşama sevinci cümlesi geçer. “Hayat, her mevsimin güzel, baharın farklı, yazın farklı, verdiğin saadet de ıstırap da güzel. Belki şairin dediği gibi asıl olan; “Mihneti kendine zevk etmedir âlemde hüner”
Evet, yaş aldıkça dünyanın artık söndüğünü ve gölgelendiğini hissediyoruz. Yahya Kemal’in, Ahmet Haşim’in mısralarında anlatılan ruh halini bu yaştakiler hissedebilir ancak. Akmakta olan zaman içinde geçmiş günlerin hatıraları yâdımıza geldiğinde, Baudelaire gibi “Saadet dakikalarını canlandırmak sanatına aşinayız” diyerek kendimizi avutuyoruz. Zihninize hayali cihan değen geçmiş zamanlar üşüştüğünde okul yıllarına gidersiniz. “Gel söyleşelim cümle geçen demleri cânâ” diyerek geçen demlerde cananın davetinize koşacağı hayaline kapılırsınız.
Aslında hatıralarla yaşamak, onları hatırlama isteği ya da anlatma arzusu yaşlandığımızın itirafı değil de nedir. Şimdilerde mazi olan anılar bırakılmıyor. Saadet dakikalarının zamanını durdurmak mümkün değil. Zaman yalvarmamıza kayıtsız akıp gidiyor ve bizlere faniliği hissettiriyor. Bu nedenle asıl yaşanan günler, bizde derin izler bırakan içimizde yaşattığımız günlerdir. Çok yaşayan insan en ileri yaşa varan değil, en çok hatırası olan insandır.
Şair Mahir’e “Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz” mısraını söyleten sebep, insanın hayatında tatmış olduğu zevkli anları bir daha yaşamak, hatıralara sarılıp akmakta olan zaman içinde sıkıntılardan sıyrılma duygusudur.
Musiki hepimiz için bir teselli bir şifa ve bir ihtiyaçtır. Musiki gönül yarasından acı duyanların aşklarını seyrettikleri aynadır. Bir yaylı tamburda, ya da bir keman bir ud sesinde besteyi dinlerken duyulan, içimizde yaşattığımız bütün hatıralarımızın, ondan kalan izlerin doğduğu, musikinin uyandırmış olduğu hatıralar belki de hayatın en büyük hazlarından biri, dinlediğimiz şarkının hatırlattıkları, çağrıştırdıkları ile kendimizi o akışa bırakmak ve tatlı bir hüzne dalmak, kelimeye ifadeye bağlanamayan bir feryadın hasretin vuslatın sesini duymak…
Edip Cansever ne güzel söylemiş; “Gökyüzü gibi bir şey şu çocukluk, hiçbir yere gitmiyor” Evet, çocukluk tatlarla, bir de fotoğraflarla kalıyor insanın zihninde. Mazinin gölgeleri arasında kalan çocukluk günlerinden hatırladığım o eski mahallemizin sokağına girince sokaklarımızın şiiri, kulaklarımızın tatlı aşinası olan çocuk bağrışmaları, çocuk sesleri şimdi bana çok uzun zamandan beri unutup da hatırladığım şeyler gibi geliyor.
Yazlar kışı, kışlar yazı kovalıyor. Doğa kâh çiçek açıyor, kâh yeşile bürünüyor. Yıllar geçip gidiyor insanın ömrü oldukça arayacak, ölürse rahmetle anacak eşi dostu, gücendirmediği kırmadığı birkaç dostu ve dostlarına anlatacak hatıraları olmalı. Biz bu dünyayı düzenine, vefasızlığına ve tüm kusurlarına rağmen seviyoruz. Çünkü orada dostlarımız ve hatıralarımızla beraber yaşıyoruz…
NOT: Onlar dünyanın melekleri. Ölenlere rahmet diliyoruz. Tüm annelerin Anneler Gününü kutluyoruz.