Yabancı bir yazar şöyle diyordu ‘Bir çok insan ekmek bulamadığı için açlık çekmeye mahkumdur, kucaklaşma yoksunluğu yüzünden gönül açlığı çekenlerin sayısı ise daha kabarıktır.’
Dünyamızı saran korona felaketi gönül açlığı çekenlerin sayısını daha da artırdı. Sohbete muhabbete hasret kaldık. Gönül açlığımızı yaşanmış güzellikleri anarak paylaşarak gidermeye çalışıyoruz.
1997 yılında Amasya Aktif İş Adamları Derneğinin toplantısına davet edilen Erzincan Valisi Recep Yazıcıoğlu’nun Bürokrat cumhuriyetin demokrat düşünceli cesur bir valisi olarak sistemi eleştiren uzun konuşmasını dinlemiştik Amasya Turban otelinde. Devletin valisi devleti eleştiriyordu. 36 yaşında Türkiye’nin en genç valisiydi. Tokat, Aydın, Erzincan, Denizli illerimizde unutulmaz anılar bırakan bir valimiz oldu. Rahmetle anıyoruz.
1970 yılında Adana da doğan Tuncay Sonel de doğudan batıya bir çok yerde kaymakamlık görevlerinde bulundu. Şanlıurfa’ya bağlı Birecik’de bir proje geliştirdi. Yetim ve öksüz 656 çocuğa mektup yazıp ‘Annen veya baban hayatta olsaydı senin için ne yapmasını isterdin. Bana yazarsan çok sevinirim’ diye sordu. Atandığı her yere bu soruyla gitti. Of’ta 212, Seydişehir’de 283, Bandırma’da 486 Kadıköy’de 912, Tunceli’de 279 ve Ordu’da 2 bin 112 derken yıllar onu 4 bin 938 yetim ve öksüz çocuğun vali babası yaptı. ‘Devlet var, yalnız değilsiniz’ duygusunu hisseden çocuklar okudu Doktor, Mühendis, Öğretmen, Hatta mülkiyeli çıktı.
Ordu valisi Tuncay Sonel, ilindeki 2 bin 112 yetim-öksüzü karne gününde de unutmadı. Çocuklar isteklerini bilgisayar, bisiklet, bebek, araba, köpek, kendine ait bir oda…’ diye sıraladı 10 yaşındaki Zafer Ceyhan’ın isteğinin ise maddi karşılığı bu dünyada yoktu. ‘Sevgili Vali amca beni düşündünüz. Çok sevindim. Duygulandım, değerli hissettim. Annem, babam dayım abim aynı araçta kaza geçirmiş. Annem, bana hamileymiş. Ben babamı annemin anlattıklarından tanıyorum hiç görmedim. Baba şefkati gösterip isteğimi sordunuz. Ben babamın okuluma gelip, arkadaşlarımın içinde bana ‘Aslan oğlum!’ diye sımsıkı sarılıp, sırtımı sıvazlayıp, benimle gurur duymasını çok isterdim’ diyordu. Okullar kapalı olsa da Vali Sonel birde bisiklet alıp evine gitti. Zafer’e ‘Aslan oğlum…!’ diye defalarca sarıldı.
Babasını 9 yaşında kanserden kaybeden Cisem Gül Baydemir beyaz terrier köpeği, ‘iki kişilik evimize, üçüncü bir canlı girsin’ diyerek istedi. Vali, kucağında köpekle kapısını çaldı. mutluluktan ağlayan çisem köpeğine ‘şahane’ adını verdi.
Ordu valimiz Tuncay Sonel ‘Yol yaparız, binada. Uzak mahalledeki yetim ve öksüzü eğer unutur, sahip çıkmazsak, yaptığımız diğer işlerin hiçbir önemi yok’ diyordu.
Recep Yazıcıoğlu, Tuncay Sonel gibi iz bırakan, güzellikleriyle anılan valililerimizle birlikte devletin her makamında ve her zaman değerli dürüst idareciler olmuştur, olacaktır. Devletimiz de onların yüzü suyu hürmetine yaşamaya devam edecektir.
‘Bu üniversiteler Bu gençler bizim’ başlığıyla yazmış olduğum yazımda ‘Akademik özerkliği, bilimsel özgürlüğü, demokratik değerleri olan bir üniversiteden ve buna layık olan öğrencilerden, layık olma, yaraşır olma, yeterlilik, uygunluk, kifayet manalarına gelen Arapça bir kelime olan liyakattan, düzenimizin birliğimizin ve dirliğimizin yolunun geçtiği liyakattan söz ettik ve de geçmişte yaşananlardan ders çıkarmamamız gerektiği konusunda bir şeyler yazdık. Katil polis diyenleri alkışlamadık, kanunsuzluktan yana bir cümle sarf etmedik.
Bir Bosna Fıkrası vardır; Boşnak kadı, Boşnak uşağını berk hokka (sağlam hokka) alması için çarşıya göndermiş. Uşak, beş okka sarımsak alarak dönmüş. Kadı: ‘Bre, berk’i beş, hokkayı okka anlamışsın kabul ama şu sarımsakta nerden çıktı demiş’
Tenkidin olmadığı yerde inkişafın da olmayacağını, Barika –i hakikatin müsademe-i efkar dan geçtiğini biliyoruz. Ancak yazdıklarımıza farklı anlamlar yükleyenlere yazımızı ‘Garezden sıyrılmış bir kalp ve ilim kafasıyla’ okumalarını tavsiye ediyoruz. Sarımsağı nerden çıkarttınız yazdıklarımızı eleştirel olarak okuyan ve hatalarımızı özellikle kamusal alanda hatırlatan, ikaz eden herkese sadece minnettar olur, düzeltmek için de elimizden geleni yaparız. Mevlana ne güzel söylemiş: ‘Denizin dibinde inci, taşla beraber bulunur. Meziyetler, kusurlar içinde olur.’
‘Yazarlar, tarihin tanıklarıdır. Yaşanan her olay, yazarın kaleminden süzülerek kitlelere yansır. Yaşanan her olay, yazarı etkiler ve yönlendirir. Yazar, akıp giden bu olaylar karşısında içinde çıktığı topluma ve tarihe karşı sorumludur. Tabi gerçekleri yazarsa!’ diye yazma heveskarlarına sorumluluklarını hatırlatan Uğur Mumcu’ya rahmet olsun…
Gönül açlığı çekmediğimiz günlere ulaşmak dileğiyle…