“Milli eğitimin gayesi yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, daha çok memlekete ahlaklı, karakterli, cumhuriyetçi, inkılâpçı, olumlu, atılgan, başladığı işleri başarabilecek kabiliyette, dürüst, düşünceli, iradeli, hayatta rastlayacağı engelleri aşmaya kudretli, karakter sahibi genç yetiştirmektir. Bunun için de öğretim programları ve sistemleri ona göre düzenlenmelidir.” Diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün 21. Yüzyılın insanını bilmişçesine söylediği bu sözlerini ne kadar yerine getirebildik.
Tek yapabildiğimiz her 23 Nisan ve 19 Mayısta gençlerin gözünün içine bakarak “siz bizim geleceğimizsiniz” yalanını söylemek oldu.
Eğitimin nitelik boyutunu ihmal ettik öğrenci sayısının çokluğuyla övündük hep… Yeterince öğretim elemanı yetiştirmeden, gerekli alt yapıyı hazırlamadan biraz da politikacı tercihleri doğrultusunda bir dekan bir mühür ile fakülte, bir mühür bir rektör ile üniversiteler açtık. Üniversite sayısıyla övündük.
ODTÜ, Boğaziçi ve Bilkent üniversiteleri dışında uluslar arası kalite ve standartlara uygun üniversitemiz yok. Sayıları iki yüzü bulan üniversitelerimiz sadece mezun veriyor. Memleket sıkıntılarına yol gösterecek çare arayacak olan üniversitelerimiz suskun.
Ekonomi fakültelerimiz var ekonomik sıkıntıdan krizden bahsediliyor akademisyenlerde ses yok. Hukuk fakülteleri var hak hukuk adalet konusunda ses duyulmuyor. Ziraat fakültesi var samanı nohudu ithal ediyoruz üniversiteler bu konuda suskun. Veteriner fakültemiz var memleket ithal et cenneti oldu üniversiteden ses yok. Mimarlık İnşaat fakültelerimiz var şehirlerimiz beton yığınına döndü söz söyleyen yok. Makine mühendisliğimiz var memleket ithal otomobil parkına döndü akademisyenlerden ses yok.
Ülkemin sorumluluğunun bilincinde yüreği ilim irfan aşkıyla çarpan idealist öğrencilerini ayrı tutarak “Buraya kitap okumaya değil, diploma almaya geldik” başlığını taşıyan kesip bir kenarda sakladığım yazıyı sizlerle paylaşarak üniversitelerimizin hali pür melalini anlatmak istiyorum.
Prof. Bozkurt Güvenç Hoca bir vakıf üniversitesinde öğrencilerine okuttuğu dersin kitaplarının içerik tanıtımını yapmış, 25 öğrencisinin her birinden bu kitaplardan birini okuyup derste ayrıntılı eleştirel değerlendirmeye tabi tutan bir sunuş yapmalarını ve bunu yazılı bir rapor haline getirmelerini istemiş. Dersten sonra Bozkurt Hocanın odasına kapıyı çalan bir öğrenci geliyor. Öğrenci dersteki arkadaşlarını temsilen geldiğini söyleyerek “ Hocam, biz buraya okuyup yazma öğrenmeye değil, diploma almaya geldik. Bizim kitap okuyacak vaktimiz olsaydı zaten buraya gelmezdik” diyor. Bozkurt hoca öğrenciye bu kitaplar okunup topluca değerlendirmeye açılmadan dersin amacına ulaşamayacağını ve öğrencilere bir yararı olmayacağını söylüyor. Öğrenci kendince bir çözüm düşünüp öneride bulunuyor. “Hocam siz bu kitapları zaten okumuşsunuz bize bunların bir özetini verseniz, biz de çalışıp sınava girsek olmaz mı?
Hoca; tabi olur da bunun adı üniversite olmaz.” Öğrenci tatmin olmayan bir yüz ifadesiyle odadan çıkar. Ertesi gün üniversite yöneticilerinden biri Bozkurt Hocayı arar ve “Aman hocam, öğrenciler bizim velinimetimiz onlara bu kadar sert davranmayalım. Emeğinizin karşılığını da onlar sayesinde ödüyoruz” diyor.
Bozkurt Hocanın cevabı teşekkür etmek ve “Artık benim burada yapabileceğim hiçbir şey olamaz” diyerek ayrılma kararını bildirmek oluyor.
Bugün gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında devasa binaları, dershaneleri, kızlı erkekli muhabbet görüntüleriyle öğrenci avlama reklam yarışına giren kontenjanları dolmayan, kopya çeken öğrenciyi yakalayan öğretim görevlisinin katledildiği üniversitelerin bu hale gelişi Prof. Bozkurt Hocanın anlattığım anısında yaşananlarda aranmalıdır.
Ankara Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesinde araştırma görevlisi Ceren Damar Şenel’in kopya çeken öğrencisinin sınav kâğıdına el koyduğu için öğrencisi tarafından menfur bir cinayette hayatını kaybetmesi haberi hepimizin içini sızlattı.
Bu acı olayın ardından aynı üniversitede öğrenim gören ve cinayetle ilgili sosyal medya hesabından açıklama yapan “Bu örnek hareket umarım sınavlarımıza yansır” şeklinde çirkin bir paylaşımda bulunan öğrenciye ve “üniversiteler nereye gidiyor” endişesi taşıyan herkese en güzel cevabı Ceren Damar Şenel’in 28 yaşındaki eşi genç kardeşimiz Levent Şenel verdi;
“Bugün sizlerle bir eş, bir evlat, sadık bir dost ve çok değerli bir insan adına konuşuyorum. Benim eşim bir eğitim şehididir. Görevini harfiyen yapmaya çalışırken azılı bir suçlu tarafından hayatını kaybetmiştir. Genç arkadaşlarımdan tek bir istirhamım var. İyi bir hukukçu, iyi bir mühendis, iyi bir doktor değil iyi bir insan olmaya çalışın”
Hatırlarsınız Sabahattin Zaim üniversitesi rektör yardımcısı “üniversite mezunları ülke için tehlike oluşturuyor, memleket için faydalı olanlar, eğitimsiz cahil halktır” demişti.
İki yüz üniversitesi olmakla övündüğümüz cahilliğin diplomayla ortadan kalkmadığını rektör yardımcısının şahsında gördüğümüz bu halleri yaşadıkça “buraya kitap okumaya değil, diploma almaya geldik” diyen zihniyeti yok etmek mümkün değildir. Bu zihniyetten hukukçu, mühendis, doktor çıkar çıkar da iyi insan çıkar mı bilemiyoruz ama eğitimin geleceğinin ülkenin geleceği olduğunu bilenlerdeniz.
İlçemizin ilk terzilerinden Rasim Şenel amca ikisi subay, biri öğretmen diğeri Merkez Bankası müfettişi olan çocuklarını iğne ucuyla kazandıklarıyla okutmuştu. 3 ay önce düğününü yaptığımız Ceren Damar Şenel Taşova’mızın geliniydi.
Biz bu düşüncelerle Şenel ve Damar ailelerinin acılarını paylaşıyor, sabırlar diliyoruz. Ceren Damar Şenel kardeşimizin mekânı cennet olsun Allahın rahmeti üzerine olsun. Sevenlerinin başı sağ olsun.