Kuh kelimesiyle başlayalım:
Sözlükte dağ, vadi, sahra ve yanar dağ şeklinde tarif etmişler. Pers dilinden almışlar. Demek ki bölgenin coğrafi yapısına bu kelimeyi uygun görmüşler. Sanırım bu kadar kafi.
Karakuş nahiyesi özü ve kökü itibariyle aşağıdaki kaynakta yer alıyor. Bu demek değildir ki daha önceki tahrirlerde yer almıyor. Türkler bu toprakları Kafkasya Horasan ve Suriye üzerinden gelerek yurt edindiler; yurtlarına da kendi dillerinde ad koydular. Göz ardı etmek olmaz.
Ta ki Alpaslan ile değil de Malazgirt Savaşı ile değil de daha çok önceden gelenleri de dikkate almak icap eder.
Osmanlı İmparatorluğu 387 numaralı Muhasebe-i Vilayet-i Karaman ve Rum Defteri
(937 H. / 1530 M.)
Mufassal Defterler
TD 54
İdari Birimler
Kaza:
Sonusa
Nahiyeler:
Frenk-hisarı
Taşabad
Felenbel
Panbuközü
Kuh-i Karakuş
Niksar
Avlun
Sayfalar: 527 - 561
İB. AK. MC. O.81
(İstanbul Büyükşehir Atatürk Kütüphanesi)
Nahiye:
Kuh-i Bölük-i Karakuş
Sahra-yı Karakuş
Kal'a:
Karakuş kalesi
(Fotokopisi BOA TD 1084/2 numarada kayıtlıdır.)
Kayıtlarda 15 ve 16. asırda Sonusa Kazası'na bağlı bir nahiye olan Karakuş bugün itibariyle Akkuş adıyla Ordu vilayetine tabi bir ilçedir. Osmanlı Devleti'nde bölgeler nahiye sıfatıyla kayıtlara alınıyordu. İlle de bir merkeze bağlanması şartı yoktu. Nahiye zaten sözlükte "çevre, cihet ve civar" anlamlarıyla tanımlanıyor.
Karakuş nahiyesi de tahrirlerde aynı konumda ve niteliktedir. Kaza yönetimince bir bölge tayin ediliyor. Bölgenin konumu merkez tarafından da onaylanıyor. Eyaletlere ayrılmış o devirdeki Osmanlı İmparatorluğu kayıtlarında bölgenin bağlı olduğu eyaletin adı Rum Eyaleti'dir. Eyaletin merkezi Sivas şehridir. Eyaletin idarecisi Beylerbeyidir. Kadı olmazsa olmazdır. Katipler "Kaza" kadısının kontrolünde veya merkezden tayin edilen bir "emin" emrinde her köye gidiyorlar ve köyü hane bazında tek tek kaydediyorlar. Tahrirlerde adı geçen şahıs hane sahibi ve aynı zamanda vergi mükellefidir. Bugün olduğu gibi o günde de Karakuş merkezi bir yerleşim yeriydi. Yörenin kendine has özellikleri dikkate alınmış olmalıdır mutlaka. Bu bağlamda nahiye "Kuh-i Karakuş" adıyla, köyleriyle birlikte defterlere geçirilmiş ve tasnif edilmiş haliyle de arşivlerde muhafaza ediliyor.
Karakuş nahiyesinden bahsetmem bir nedene bağlı değil ancak helbette tarihi Karakuş Kalesi'nden bahsetmek istiyorum. Süreç içerisinde tarihimize abidelerimize kalelerimize binalarımıza yapılarımıza mabetlerimize mimarimize karşı pek de olumlu yaklaştığımız söylenemez. Mevcut topraklarda yaşayan, gelip geçen insanlar geçmişten geleceğe yığınla miras bıraktılar. Dinleri milliyetleri dilleri bizden olmasa da bu toprakların ahalisiydiler. Burada bu köylerde oturdular, bu pınarlardan içtiler, bu topraklarda çalıştılar, bu göğe baktılar. Bugün dahi o halkların kültürlerinin emsaline bazan aynısına rastlamak mümkündür. Göçler ve yerleşimler halkların birbirleriyle temas etmesini sağlar ve yeniden oluşumlar meydana gelir. Birliktelik mecburiyet olur. Cemiyet kendi içinde sosyal sözleşme ilkelerine bağlı olarak yaşar. Kaldı ki bu topraklar birbirini takip eden imparatorluklar diyarıdır. Milletler bir arada iç içe hayat sürmüşlerdir.
Bölgede hakimiyet kuran devletleri sondan başlayarak kayda alacak olursam;
-Osmanlı İmparatorluğu
-Selçuklu İmparatorluğu
-Roma İmparatorluğu
-Pontus Krallığı
Sıraladığım devletlerin hakimiyet sahası dışında kalan bölgeler dahi bu büyük devletlerin etkisinde kaldılar. Tarihte bölgede veya çevresinde egemen olan irili ufaklı devletler, krallıklar ve beylikler zaman içinde hakimiyetlerini kaybettiler veya teslim oldular.
Geriye doğru İki bin beş yüz sene demektir bu dört beş devletin egemenlik süreçleri takip edildiğinde. Zamanın behrinden beri kimler geldi kimler geçti...
Karakuş Kalesi yörede ve ahalinin dilinde Kevgir = Keygür Kalesi adıyla da biliniyor. Kale Erbaa ile Akkuş'u ayıran sınırda Tifi Çayı kenarındadır. Eski adı Ahretdağı olan Akgün köyü ile Akkuş kazasına bağlı Seferli ve Alan köylerine birlikte komşu vaziyettedir.
"Ahretdağı" adına gelince:
Birdenbire ismin mahiyetinden dolayı derin bir düşünceye daldım. Belki de önceki nesiller kalenin bulunduğu dağın ve dolayısıyla köyün adını kalenin konumu, görüntüsü, duruşu ve yapısıyla bağlantı kurarak koydular. Kalenin bilinmeyen yüzü belki sırrı sonradan yerleşen insanları tedirgin etmiş olabilir!..
Yeri gelmişken; bu cümleden olarak tahrirden birkaç defa aramama taramama rağmen aynı çağlarda aynı ölçekte inşa edildiğini düşündüğüm "Hüvelen Kal'a" adına kayıtlarda rastlayamadım veya her seferinde gözden kaçırdım. Belki bir yerde hiç ummadığım bir zamanda karşıma çıkar; kim bilir?
Pontos kralları Strabon'un ifadesine göre Antik çağdaki adıyla Paryadres (Canik) Dağları boyunca Sonusa'dan Niksar'a kadar müdafaa amaçlı 75 kale inşa etmişler. Kale kilerlerine erzak ve cephane doldurmuşlar. Suya ulaşmak için gerekli hazırlığı da yapmışlar. Roma ordusu ile yapılan savaşlarda tabiatıyla kalelerden istifade ettiler. Dağlık ormanlık kayalık sarp yerlerde uçurumlarla çevrilmiş ayrıca betonla taş duvarlarla tahkim edilmiş sağlam ve kuvvetli kaleleri, uzun süreli kuşatmalara dayanabilecek şekilde inşa etmişlerdi. Genelde kaleler, şato şeklinde bina edildiğinden dolayı yıkılmış harap olmuş olabilirler.
Facebook önüme koyunca yazıyı ilk defa kaleme almamın üzerinden dolu dolu üç senenin gelip geçmiş olduğuna vakıf oldum. İlave olarak 1831 yılı nüfus defterinden birkaç köyden birkaç kabile adına yer vermek istiyorum. Belki bazı insanlar dedelerinin ruhuyla temas kurma imkanı bulabilirler. Olur mu olur...
Karakuş veya halkın diliyle Karavuş adıyla asırlarca nahiye hüviyeti taşıyan yerleşim yerinin 1954 yılında kanunla ilçe yapıldığını ve adının Akkuş olarak değiştiğini hatırlamadan geçmek olmaz.
Köyler ve Sülale Adları:
SELMAN köyü:
NFS.d.02275 numaralı defter.
Sene: 1831
En son tahrire giren kişiden başlamak istiyorum.
-Tataroğlu malül Mehmet bin Ramazan.
Yaş: 100
Babası Ramazan'ın 1700 gibi doğduğunu tahmin etmek istiyorum. Kendisi (Mehmet) ise tahrir gününde 100 yaşında olduğuna göre 1730 yılında doğduğunu düşünüyorum.
-Köroğlu Mehmet bin Ali. Yaş: 45
(Sabi oğlu Ali 15 yaşında ve mimli.)
Elbette tek evladı yoktur. Kız çocuklarının olacağını tahmin ediyorum.
-Köçekoğlu malül Mehmet bin Ali. Yaş: 70
(Sabi oğulları Abdullah. Yaş: 8 ve Mehmet.
Yaş: 7)
70 yaşındaki adamın 8 yaşında, 7 yaşında oğlu mu olur? Olur. Çünkü o devirde savaşlar ve hastalıklar insanların geleceğini karartıyor. Ölüm kalım fazla. Bu nedenle olumsuz durumlarda "arka" olacağı gerçeği inkar edilemez. Bizim orada derler ki: "İt arka ile boğuşur."
Bu köyde Sakallıoğlu ve Hazaoğlu adında iki boy adını daha yazarak konuyu kapatayım. Bu "Haza" olarak okuduğum kelime Haze de olabilir, başka bir okuyuş da mümkün. Katibin el hareketlerine aşina oldukça okuma sıkıntısı en aza inecek diye düşünüyorum.
TİFİ köyü:
Sene:1831
Defter: NFS.d.02275
-Karye Kahyası Kuzuoğlu Mustafa bin Mustafa.
Yaş: 50
-Kara Hatipoğlu Ali bin Mehmet. Yaş: 55
KEMAH (Osmancık) köyü:
Sene: 1831
Defter: NFS.d.02275
-Karye İhtiyarı Kürt Binbad (Bünyad) oğlu Bünyad bin Hasan. Yaş: 50
-Balcıoğlu Hüseyin bin İlyas. Yaş: 50
(Büyük oğlu İlyas. Yaş: 25 m)