MİZANDA BELLİ OLACAK
"Nereye" demişler dervişe.
"Bilmem ki" gidiyorum işte öyle...
Çiçekleri ezmeden, gönülleri incitmeden
Evvelden ezele gidiyorum işte..."
"Peki nasılsın?" Demişler
"Bilmem! Mizanda belli olacak...!" demiş.
Mizan, İslam eskatolojisi ve ahiret inancına göre, ahirette insanların yeryüzündeki davranışlarına dair geçtikleri hesaptan sonra herkesin iyi ve kötü davranışlarının tartıldığı ilahi adalet ölçüsüdür…
İslam eskatolojisi bir yana, gerçekten yaşarken kaç kişinin kalbini kırdınız? Kaç kişinin gönlünü incittiniz? Bilerek yahut bilmeyerek!
Hiç kendi muhasebenizi yaptınız mı?
Hayatın mahiyeti ve hakikatını düşündüm gördüm ki: İbrenin kötülük yanının daha ağır bastığı maalesef. Yaşadığımız doğal felaketler, savaşlar dikkate alındığında dünyamızın, çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceği için endişeliyiz değil mi?
Açıkçası ben endişeliyim…
Sürekli susan dilsiz şeytana benzetiyorum insanlığı. Görüyor ama görmezlikten gelip bir köşede pişmiş kelle gibi sırıtıyor adeta. Zalime direnmeyip sükut ediyor.
Bu gidiş bu kaçış nereye?
İstanbul’un, Tahran’ın, Bağdat’ın, Şarm el Şeyh’in renkli ışıkları altında eğlenip, dünyanın en güzel sahillerini mülkiyetine geçiren, küfür ve isyan mekânlarında sabahlayan insancıklara… Hiçbir ahlakı kalmamış Sosyal Medya, TikTok maymunlarına soruyorum “Bu gidişat nereye?”
Yahut işgal altında olmasına rağmen şükründen, sabrından, İslâm’ın verdiği asaletten bir şey kaybetmeden tevekkül yudumlayan mazlumlar için bile ayağa kalmaya üşenen insancıklara sesleniyorum: “Bu gidiş nereye?”
Ya da baş döndüren konfor ve israfla lüks yaşamaya çalışan çılgınlara, özellikle de alış-veriş çılgınlarına yöneltiyorum sorumu, kısık sesimle: “Bu gidiş nereye?”
Depremlerden kaçıp sellerden bunalan, mikroskopla dahi zor görülen küçük mikrobun esiri olup sağlığını, keyfini, kurduğu planları kaybeden bey amcalara, hanım teyzelere de ithaf ediyorum bu soruyu: “Bu gidiş nereye?”
Koltuğu pahasına gözü perdelenenlere, iktidarı uğruna ihtilaller yapanlara, millet meclislerinde, milletin gözü önünde rezil duruma düşenlere, dünya menfaati uğruna ahiretini satanlara, zimmete geçirdiği malı ganimet bilenlere…
Güneşin sarartıp solduran ışıkları altında bitkin düşen, derisi kemiğine yapışmış yavrucağın suyuna, ilacına, mamasına göz diken sömürücü vampirlere, “hızlı yeme yarışması” düzenleyip “ölünceye, tıksırıncaya, patlayıncaya” kadar yiyenlere, lokanta, hastane, yurt yemekhanelerinde çöpe giden, israf edilen mis gibi yemekleri heba edenlere… Çöpten yiyecek arayıp hayatını idame ettirmeye çalışanlara ve Hesap Günü ilâhî huzurda davacı olmaya hazırlananlara da soruyorum yıldızların üzerinden, bu sefer kısık sesle değil, bütün insanlığın kulağını sağır edecek desibelle sesleniyorum: “Nereye gidiyorsunuz?”
Ve sen ey okuyucu! Aziz kardeş, sadık dost, iyi günümün yoldaşı, kederli günümün sırdaşı güzel insan! Sen, ben, insanlık, bütün bir beşeriyet olarak, yıldızların ötesinden süzülen şu kutlu sorunun muhatabıyız: “Hepimiz birlikte nereye gidiyoruz?”
Elimi sana doğru yöneltip şehadet parmağımla iki kez seni, üç kez kendimi gösterip soruyorum. Senden daha çok kendimi muhatap alarak : “Nereye gidiyoruz?”diyorum. Bu kaçış nereye?”
Herşeyi anlayacaksın…
Ne zaman mı?
“Anlamının anlamı kalmadığında…”
Mizanda belli olacak doğrusu.