Ne yazmalıyım derdi yazma heveskarlarının en büyük sıkıntısıdır. İflas eden tacir eski defterleri karıştırırmış misali biz de yazma konuları tükenince kara kaplı defterimizden kaydettiğimiz, beğenip sakladığımız, bir kenara not düştüğümüz eski yazılarımıza sığındık.
Harvard Üniversitesinin ilk kurulduğu yıllarda, bir tüccar oğlunu üniversitenin rektörüne götürmüş. ‘Oğlum bir an önce mezun olsun isterim, işlerimizin başına geçecek’ demiş. ‘Bunun için ne gerekiyorsa ödemeye hazırım’. Rektör adamı dinledikten sonra şöyle cevap vermiş: ‘Önce oğlunuzun ne olmasını istediğinize bir karar verin: Bir çınar ağacı yüz yılda yetişiyor ama bir kabak için bir ay yeterli!’ ..
Büyük paralarla satın alınan boyalı taşlarla kaldırımlar döşedik, ana caddeleri pavyon sokağa gibi süsledik, şehirler rükuş bir kadına döndü. Tüm şehirler birbirine benzedi. Beton tacirleri sadece yeşil alanları yok etmekle kalmadılar uygarlığın göz yaşları olan çeşmelerimizi de kaybettik.
Şair Karakoç çeşmeleri ‘Eski zamanın kartvizitleri’ olarak değerlendirir ve bugün artık ‘Eski zamanların durmuş saatleri’ gibi görünen dahası olan çeşmelerden su akmamasına çeşmelerin kurumasına içlenir ve bir isyan çığlığı kopar yüreğinden.
Kim kesti bu neşeli çocukların sesini
Kim susturdu o canım çeşmeleri.
Avucumuzu dayayıp kana kana içtiğimiz, susuzluğumuzu giderdiğimiz o güzelim çeşme suları ve çeşmeler bir hayal oldu. Nehirlerin suyu HES’lerle betonlar içine alındılar, çeşmelerin suyu damacanaların ve pet şişelerin içerisinde ticari bir meta haline getirilerek özgürlüklerini yitirdiler.
Ülke gündemini ilgilendiren her bir olay on değişik şekilde değil bir şekilde olur ama bunun yeniden hatırlanışlarının, sonraki zamanlara taşınışlarının, izleyen kuşaklara aktarımlarının son derece objektif olması gerekirken yorumcuların siyasi aidiyetlerine göre bir yorumdan yana olan tavırları televizyon başındaki biz izleyicilerin gözünden kaçmıyor.
Her akşam televizyonlara çıkan ve atışın serbest olduğu bir dönemde mütemadiyen ‘Analiz’ yapıp üç gün sonra her şeyin tersini de aynı rahatlıkla dile getiren, parlak takım elbiseli, yakası mendilli, dünyaya ve hayata dair her şeyden haberdar sürüsüne bereket uzmanları dinledikçe aklımıza üstad Cemil Meriç’in cümleleri geliyor.
‘Ben düşünen, okuyan ve temsil ettiği sandığı beşeri değerleri lekelememek için aç kalmağa, açlıktan kıvranmağa razı olan adam’
Düşünce adamı bir zümrenin emir kulu değildir. Hiçbir merkezden talimat almaz. Ama tarihe angajedir. Kucağında yaşadığı topluma angajedir. Devrin şuuru olmak, bütün hakikatleri yoklamak bütün yalanların maskesini yırtmak, kalabalığa doğruyu göstermek zorundadır. ..
Söz veripte sözünü unutan, randevularına zamanında icabet etmeyen dostlarımız için ‘Söz’ün önemini anlatan bir anıyı paylaşalım.
Karlı bir günde dokuz saat yürüyüp Eyüp’teki bir dostuna (Eşref Edip), yağmurlu bir günde saatlerce yürüyerek başka bir dostunu görmeye (Fatin Gökmen) gidişi ‘Bu havada yola çıkılır mı’ diyene ‘Söz, çok mübarektir’ dermiş milli marşımızın yazarı Mehmet Akif…
..
Devasa sorunlarımızın hiç birinin kısa ve kolay bir çözümünün olmadığını biliyoruz. Tek olası çözüm demokrasiye ve hukuka geri dönmek ve süratle nitelikli insan yetiştirmek, liyakate önem vermek yani makamın arkasında yazılı hat levhasının anlattığı gibi ‘Şeref-ül mekan bil mekin’ yani makamlarından şeref bulan değil, makamlarına şeref veren insanları görev başına getirmek ve atalar sözünden ibret almaktır mesela ne demiş atalarımız:
‘Alimlerin en kötüsü yöneticileri ziyaret edendir;’
‘Yöneticilerin en iyisi alimleri ziyaret edendir’
..
Demirel’i özlüyoruz. Eşinin mezarı başında, yani münasebetsiz zaman ve mekanda kendisine Cumhurbaşkanlığı sorusu soran münasebetsiz muhabire, nezaketini zerre kaybetmeden, azarlamadan yanıt veriyor: Şu anda ‘Biz öbür dünya ile ilgileniyoruz.
Bu üslubu unutmuştuk…
Ona yıllarca oy vermiş Taşova’nın dağ köylerinden bir vatandaşımız (Temel Dalkıran’ın sitemi…)
‘Koyunun yanına bir enik bırakıyorlar ki yetişsin diye… Demirel’e kızıyom. Bi adam yetiştiricedi…’
Demokrat partinin adalet partisinin, doğru yol partisinin siyaset sahnesinden çekildiği için boşlukta kalan, üzüntü duyan dağ köylerimizden bir vatandaşımızın dertlenişi… Haksız mı?
..
Xvı yüzyılda Bağdatlı Ruhi çığlık çığlığa haykırmış:
Sanma ey hace ki senden zer ü sim isterler
Yevme la-yen fau’da kalb-i selim isterler.
Şu demeye gelir: Ey efendi! Evlatların ve malların fayda vermediği günde senden altın ve gümüş mü isteyecekler sanırsın hayır istenecek şey bir kalbi selimdir.
Gözü açlara duyurulur.
..
‘Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer’, kötülük yapanlar yüzünden değil, durup seyreden ve onlara ses çıkarmayanlar yüzünden’ Albert Einstein.
Rahatsız etmeyin ülkem uyuyor!
..
Yazımızı bir tebessümle sonlandıralım; Yargıç Van’lı köylüye soruyor:
-Hakkında iddia var. Bölücülük yapıyormuşsun?
-Hakim beg, memleket hıyardır ben bölem!’