Kara kaplı defterimin bir yanına “Yakup Yavuzer” e ait olduğu notu düşülen “Türklük” başlığıyla bir yazı not etmişiz. Yavuzer, Türklüğü şöyle açıklamış;
“Türklük tek başına biyolojik bir kayıttan ibaret değildir; bu nedenle sadece protein yığınları ve DNA molekülleri ile açıklanamaz.
Türklük aynı zamanda bir kültürel birlik olup; insan severlik (hümanizma) tasada kıvançta birlik, güvenirlik, ahde vefa, aile bağları, yurt, devlet ve yönetici sevgisi, zayıftan ve mazlumdan yana olmak gibi Batı’nın asla erişemeyeceğini çoktan anladığı, asırlar boyu oluşan koyu baskıya rağmen, ayakta kalmayı başaran, insanı insan yapan gerçek hasletlere dayanır”
Yine defterimin bir başka sayfasında Samiha Ayverdi’nin “Yeryüzünde birkaç adım” kitabından alıntıda anlattıkları;
“ Bir yabancı müşahit gözü ile Türk’ün milli ve vicdani hayatını tanıma fırsatını bulmuş olan ABD’nin Türkiye sefirlerinden General Sherill yazdığı “Atatürk Nezdinde Bir Yıl Elçilik” isimli hatıratında:
“ Bir milletin yetişmekte olan nesillerine, atalarının şanlı menkıbelerini kim anlatacaktır? Bir ırkın yalnız istikbali için değil, o istikbale biçim ve yürüyüş verecek olan milli heyecan ve hamleler için de, o şanlı menkıbeleri anlatış kadar derin ve ehemmiyetli hiçbir şey yoktur. İnsanın karakter ve vatan sevgisi duygularını inkişaf ettirmekte, ataları tarafından yapılmış kahramanca işlerin ilhamkar anlatılışından daha kuvvetli bir şey olamaz” demiştir.
Velilere, şehitlere, yattıkları toprağın tapu senetleri, manevi sahipleri dense revadır. Bulundukları yerin sahibi olan bu sessiz kahramanlar, o toprağa göz dikenlere: şu kadar asırdır biz buranın muhafızı ve bekçisi bulunuyoruz! Diye ululanırlar.
Amma, bir milletin iman hayatı, kanı canı çekilip zaafa uğradı mı, bu terslik, sari hastalıklar gibi, kitlelerin milli birlik ve hamaset duygusuna da sıçrayıp zaafa düşürmekten geri kalmaz.
Maamafih, kendi kendimizi yıkışımıza acıyan ilk yabancı bu ABD elçisi olmadığına göre, kulağımızı biraz olsun etrafımıza vermeli, her halde yapılacak işlerin en akılanelerinden biri sayılsa gerek.”
Unuttuğumuz andımızı bir kez daha hatırlayalım.
“Türküm, doğruyum, çalışkanım. İlkem, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir. Ey büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim. Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türk’üm diyene!”
Danıştay’ın okullarda “Öğrenci Andı”nı kaldıran yönetmelik değişikliğini iptal etmesinin ardından yine ikiye bölündük. Kararı doğru bulanlar, karşı çıkanlar.
ABD elçisinin yıllar önce tespit ve teşhiste bulunduğu gibi bir milletin yetişmekte olan nesillerine atalarının şanlı menkıbelerini anlatacak olanlar öğrencilerimizdir. Bir neslin istikbaline biçim ve yürüyüş verecek olan, milli heyecan ve hamleler “Andımız” gibi çocuklarımızın vatansever duygularını inkişaf ettiren metinlerle sağlanır.
Andımızda sayılan niteliklerin hangisine karşı çıkabiliriz. Bundan neden rahatsızlık duyulur. Danıştay’ın kararı Anayasa da yazılı “Türk” tanımına dayanan bir karardır. Andımızın kaldırılmasına anlam veremediğimiz gibi neden rahatsızlık duyulduğuna da bir anlam veremiyoruz. Türk’üm, doğruyum, çalışkanım, yükselmek ileri gitmek, Atatürk’ün gösterdiği hedefe yürümek bu cümleler milli birliğimize zararlı cümleler mi? Bir yabancı sefirin gördüğünü biz kendi ülkemizde görmekten aciz miyiz.
İnsanın karakter ve vatan sevgisi duygularını inkişaf ettiren, istikbale biçim ve yürüyüş veren bir belge bir ülkede nasıl tartışma konusu yapılır.
Anayasamızın 66. Maddesinde tanımı açıkça ortaya konulan “Türk” kelimesiyle Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür denilmek istenmektedir. Anayasanın bu tanımı Atatürk’ün tanımı ile örtüşmektedir. Atatürk’te “Türkiye Cumhuriyetini kuran Anadolu halkına Türk denir” demiştir. Burada ki Türk bir ırkı değil bu ülkede yaşayan hangi etnik kökenden gelirse gelsin bütün kimliklerin ortak adını ifade etmektedir.
Türk kimliği hepimizin ortak kimliğidir. “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözü de böyledir. Türklük bir etnisite olarak vurgulanmamıştır. Türk olmanın gururunu sevincini anlatan bu cümleyi Atatürk ırki manada söylemiş olsaydı ne mutlu Türk olana şeklinde ifade ederdi.
Danıştay’ın “Öğrenci Andı” ile ilgili kararına tepki gösterenlere Yargıtay eski başkanlarından Sn Sami Selçuk’un hukukla ilgili daha önceleri kaleme almış olduğu düşünceleri bir cevap gibidir;
“ Hukukta çoğunluk haklıdır” diye bir kural yoktur. Çoğunluk, sadece uyuşmazlığı bitirmenin çaresidir o kadar.
Yasama, gücünü siyasetten alır. Siyaset kızar, öfkelenir, üzülür, kısaca duygusal tepkilere açıktır. Bu nedenle sık yanılır.
Buna karşılık, yargı soğukkanlıdır, sokağın duygusal tepkilerine kapalıdır. Her şey anayasaya göre yapıldığı için daha az yanılır. O halde, çıkan yasaların yargı süzgecinden geçmeleri önemli bir güvencedir toplum için, birey için, demokrasi için…
Sonuç olarak; kararları beğenelim beğenmeyelim anayasa yargısından vazgeçme lüksümüz yoktur.”
Kadim kelimesi için eskiler şöyle demişler; Kadim odur ki evvelini kimse bilmeye. Tefrika ve ihtilaf yani bölünme ve uyuşmazlık hastalığı bizim kadim hastalığımız galiba. “Andımız” gibi bir metni okuyup ondan farklı anlamlar çıkarıyoruz.
Ey bu ülkede beka sorunu var diyen, yaşayanlar; bekamıza zarar veren ihtilaf ve tefrika için kadim zamanlarda yazılmış kudretli hükümdar Yavuz Sultan Selim’in şu dörtlüğünde hissettiklerini hisseder misiniz acaba?
Milletimde ihtilaf-ü tefrika endişesi
Kuşe-i kabrimde hatta bi-karar eyler beni
İttihatken savlet-i a’dayı def’e çaremiz
İttihad etmezse millet dağdar eyler beni
Savlet- saldırma, a’da- düşmanlar, İttihat- Birlik, bir olma, İhtilaf- Uyuşmazlık, Tefrika- Ayrılık, Dağdar- Gönlü yaralı