Merhabalar tasova.net okurları.
Bizler insan olarak hangi asırda yaşarsak yaşayalım, hayatımız her zaman teknolojik gelişmelerle şekillenmiştir. Matbaanın, telgraf ve telefonun icadı, sonrasında radyo ve televizyon…Özellikle 1970-80 arası doğmuş olanlar,yani bizim nesil; çevirmeli telefondan tuşlu telefona, siyah-beyaz televizyondan renkli televizyona geçiş dönemini iyi bilirler. Bizden önceki jenerasyon içinse radyo vazgeçilmez bir teknolojik cihazdı.Bu yüzden 1955-70 arası arası doğanlar “Sessiz kuşağın çocukları” diye adlandırılırdı. Bugünlerde belki hepsi son model akıllı telefonlar kullanıyorlar.Fakat iddia ediyorum ki hiçbir şey televizyonun icadı kadar heyecanlandırmamıştır onları..
Siyah-beyaz televizyonun hayatımıza girmesi gerçekten olağanüstü bir gelişmeydi. Sırf bu yüzden hayatın akışı değişti, yıllardır süregelen alışkanlıklar terk edildi. Bu uğurda sinemalar tiyatrolar kapandı, cıvıl cıvıl olan sokaklar, evlerin bahçeleri, parklar boş kaldı. İnsanların yeni yaşam biçimini televizyon belirler oldu. Sadece gazete ve dergi yoluyla haberdar olduğumuz dış dünya artık resmen gözümüzün önündeydi. Adeta gözlerimizi ondan alamıyorduk. Evlerimizin dizaynı bile televizyonun konumuna göre ayarlanıyordu. İnsanların hayatına inanılmaz bir heyecan katan bu aygıt, tabiî ki de evin en güzel köşesine konumlandırılacaktı. Yine evin en değerli eşyası olarak üzeri beyaz dantelli örtü ile özenle örtülecekti. Yine regülatör denen cihaz unutulur mu! Eğer çok ısınmışsa televizyon ve regülatör bir süre kapatılıp dinlendirilirdi. Allah’tan daha sonra bu elektrik voltaj problemi çözüldü de, regülatörler de hafızamızda siyah-beyaz bir nostalji olarak kaldı.
O yıllarda tabii her evde televizyon yoktu. Haliyle televizyon misafirliği denen bir misafirlik çeşidi başlamıştı. Televizyonu olan ev sahibi, büyük bir gururla karşılardı misafirlerini. Evin içindeki tüm gözler hayranlıkla o ekrana kilitlenirdi. Bu gelenek, ev sahiplerinin büyük hoşgörüsü ve misafirperverliği ile uzun bir süre devam etti. Günümüzdeki komşuluk ilişkilerini anlatmama gerek yok herhalde. Sizce şu an bu ülkede, sadece televizyon için gelen komşulara ve komşu çocuklarına tahammül edecek, sabır ile hoş görecek kaç kişi kalmıştır acaba?
Şimdi gelelim o yılların televizyon efsanelerine…Örneğin ilk aklıma gelen Muhammed Ali’ydi. Sonradan müslüman olan bu Amerikalı boksörün ne zaman bir unvan maçı olsa saatler sabaha karşı 04.30’a kurulur. Bütün millet çizgili pijamalarıyla, uykulu gözlerle TV karşısına geçer ve gönüller tamamen Muhammed Ali’den yana tek yürek olurdu.
Bizim çocukluk yıllarımızda hep siyah beyaz filmler vardı. Aynı televizyonlarımız gibi film yıldızları da ya siyahtı ya da beyaz. İyilik olsun,kötülük olsun ,öylesine belirgindi ki..Biz çocuk olarak hep iyilerin tarafındaydık. Haftada 1 gün, o da Cumartesi gecesi tam saat 21.00’de Türk filmi yayınlanırdı. Tek kanallı devlet televizyonu TRT'de, büyük bir heyecan, büyük bir coşkuya, bir şölene dönüşürdü o akşamlar. Ertesi gün mahallede herkes o filmin tantanasını yapardı, taa ki diğer film yayınlanana kadar. Çünkü o yıllar, ertesi gün herkesin televizyonda izlediği aynı şey hakkında konuşup fikir alışverişinde bulunduğu yıllardı. O filmlerde Türkan Şoray hep güzel, Cüneyt Arkın hep cesur, Ediz Hun hep aşık, Hulusi Kentmen ve Kadir Savun da hep iyiydi. Erol Taş ise hep kötü!
Ya o siyah-beyaz yılların dizileri ! O diziler hala hiç kaybolmadan benim zihnimde oynuyor. Her biri o dönem bizim süper kahramanlarımızdı. Aşkı öğrendiğimiz, dostluğun, arkadaşlığın önemini gösteren, ailenin değerini anlatan ve en güzeli de bizleri birbirimize yaklaştıran…
Mesela bir Dallas unutulur mu? Bu diziyle görmüştük ihtirası, şehveti ve para hırsını. Dizideki entrikalar o kadar gündemimize girmişti ki, ülkede “hayatımız Dallas oldu” şeklinde efsanevi bir deyim lügatımıza girmişti.İnsanlar çevresindeki kötü insanlara “Ceyar”, yakışıklı erkeklere “Boby”,sarışın havalı kızlara “Lucy” lakabını takar olmuşlardı.Hatta işyerlerinde bile “Dallas Fıçı Bira, Dallas Pastanesi” gibi tabelalar görmeye başlamıştık.
Yine baba Cartvright ve oğullarının hayatını anlatan Bonanza’daki aileyi ve unutulmaz Küçük Jo’yu unutabilir miyiz? Ya da “Küçük Ev” dizisindeki küçük Laura’yı !!!
O yıllarda bazen Uzay Yolu’ndaki kaptan Kirk olduk.
“Uzay 1999” dizisindeki her türlü yaratığa dönüşebilen Maya’yı, kaptan Köning ve Dr.Helena’yı kim hatırlamaz ki?
Yine “Kökler” dizisinde zenci insanların çektiği acıları izledik gözlerimiz yaşlı bir şekilde. “Beyaz Gölge” ile başladık basketbolu sevmeye.
”Shogun” dizisinde, Skinoski ve Toronaga karakterleri ile Japonya’yı ve samurayları ayağımıza kadar getirdik.
Yine çizgi filmlerimiz “Arı Maya, Heidi, Şeker Kız Candy,Uçan Kaz” unutulur mu?
Sonrasında siyah-beyaz ekran renklendi ve televizyonlar çok kanallı oldu. Fakat eminim ki kimse televizyonlardan o eski keyfi, tadı bir daha hiç ama hiç alamadı.2021’in son gününü yaşadığımız bu günde, siyah-beyaz yıllarda TRT’de hazırlanan yılbaşı eğlence programlarının kalitesini kim unutabilir ki? 31 Aralık günü yılbaşı programı gazetelerde dakika dakika yayınlanır ve o program 1 dk bile sekmezdi. Çünkü şimdiki gibi reklam rezaleti olmazdı o dönem. Televizyon karşısına geçip, heyecanla hayranı olduğumuz sanatçıların ekrana çıkmasını bekleyip, sevdiğimiz şarkılarını tam belirtilen saatte izlerdik. Şimdi son derece konforlu evlerimizde, istediğimiz her şarkıcıyı internetten bulup, istediğimiz an dinleyebilirken, binlerce diziye, filme her an ulaşabiliyorken, neden aynı tadı alamıyoruz? Çocukluk yıllarımızı imkansızlıklar içinde öylesine mutlu ve mesut yaşamışken, neden şimdi o heyecanı hissedemiyoruz? Çok garip değil mi?
İşin gerçeği, galiba nostalji, yani eskiye özlem hepimizi bir şekilde mutlu ediyor. Tadı hala damağımızda kalmış hatıralarımız ve unutamadığımız anılarımız canlanıyor. Tabii bunda şu an aramızda olmayan sevdiklerimizin de o anılarda yer alması büyük bir etken oluyor.
Şimdi yeni yıllar basit bir SMS ile kutlanıyor. Nerede kaldı o simli rengarenk yılbaşı kartları? Ne büyük bir özenle yazar ve posta ile gönderirdik onları en sevdiklerimize…
Artık mevsimler bile değişti..Yılbaşı akşamlarında artık incecikten de olsa bir kar bile yağmıyor. Yılbaşı akşamının sembollerinden biri olan Milli Piyango heyecanı bile artık yalan oldu. Bu sene tek bir piyango bileti bile almadım. Alanı da duymadım etrafımda. İnsanların şansa olan inancı bile bir şekilde yok edildi.
Bu duygu ve düşüncelerle; 2022 yılında sevdiklerinizle birlikte mutlu, huzurlu bir yıla başlangıç yapmanızı ve tüm yılınızı aynı güzellikte geçirmenizi dilerim.
Selam ve saygılarımla.
Necip ERKAN