Yaşananlar aynı olunca farklı şeyler düşünülmüyor, yazılmıyor. Yine aklımıza Çörçil’in o harika demokrasi tarifi geliyor.
“Sabahın alacakaranlığında kapınız çalındığında, gelenin sütçü olduğundan emin olduğunuz rejimin adıdır demokrasi”. Der Çörçil…
Kısaca korkusuz yaşamanın adıdır demokrasi.
Dünyada bayram olan ve bayram sevinci içinde kutlanması gereken bu bayramda günün aydınlığında İstanbul’da yaşananların adına ne yazık ki bayram da diyemiyoruz, demokrasi de diyemiyoruz.
Gaz bombalarından etkilenip soluk almada zorlanan paniklemiş insan görüntüleri, tazyikli su ile duvar arasına sıkıştırılmış insanlar, sökülen kaldırım taşları, taş atanlar, gaz sıkanlar, yanan arabalar, kırılan camlar hayati risk taşıyan onlarca yaralı... İşte 1 Mayıs 2013 İşçi ve Emek Bayramının İstanbul’daki ürkütücü ve düşündürücü görüntüleri.
Dünyanın değişik ülkelerinde şarkılar ve danslarla meydanlarda kutlanan bu bayramdan geriye tonlarca çöp kalırken dünyanın incisi İstanbul’umuz da bu bayramdan geriye şiddetin bıraktığı enkaz kalıntıları, korkunun ve dehşetin televizyon ekranlarına yansıyan utanç manzaraları kalıyor.
Bu tablo da 21.yy Türkiye’sine hiç mi hiç yakışmıyor.
Küresel bir bayram olan 1 Mayıs Dünya’nın her yerinde özgürce kutlanırken biz bugünü İstanbul’da yaşayanlar için korku günü haline getirdik.
Her 1Mayıs’ta Taksim’e çıkmak isteyenlerle, Taksim’e çıkmak isteyenlere izin vermeyenlerin inatlarının çatıştığı bir Taksim Sendromu yarattık.
İstanbul gibi bir şehirde metro, metrobüs, otobüs, vapur ve motor seferlerinin durdurulup, köprülerin açılarak seyahat özgürlüğünün ihlal edildiği bir yerde takvim yapraklarına 1 Mayıs İşçi ve Emek Bayramı yazmanın, o günü resmi tatil günü ilan etmenin ne manası olabilir.Özgürlüklerin kısıtlandığı yerde bayramdan söz edilebilir mi?...
Düşünüyoruz, Ankara da şölen havası içinde geçen 1Mayıs bayramı İstanbul’da niçin korku nedeni oluyor. Ankara’da bayram, İstanbul’da şiddet… Devlet adamlarımızda bir nakıslık mı var.Devlet, devlet adamı halkıyla inatlaşmalı mıdır, uzlaşmalı mıdır?...
Devlet nizamını tesis ve koruma görevini üstlenen güvenlik güçlerimizin “Güvenlik” adına hiçbir ölçülükle açıklanamayacak orantısız güç kullanımı şefkat ve şiddet dengesine uymamıştır. Devletini ezelden beri merhametli ve adaletli bir baba gibi gören bu nedenle de ona “Devlet baba” gözüyle bakan halkımız bu uygulamalardan rahatsızlık duymuştur.
Pascal; kuvvete dayanmayan devlet aciz, adalete dayanmayan kuvvet zalimdir derken adalete yani şiddetle şefkat dengesine dikkat çekmek istemiştir.
Bir vatandaşımız duyduğu rahatsızlığı gazete sütunlarına şöyle yansıtmıştır:
“Sistem, biber gazı ve tazyikli suyla korunmaz. Biri uçar, diğeri buharlaşır. Geriye tüm çıplaklığı ile faşizm kalır”.
1 Mayıs hepimizin 1 Mayısı haline dönüştürülmelidir. Korku günü olmaktan çıkarılıp şölen havasında emekçinin, işçisin, çalışanların haklarının kollandığı mesajların verildiği, tıpkı dini, milli bayramlarımız kutlanıldığı o hoşgörü ikliminde ki gibi bir ortamda kutlanılmalıdır.
Çatışmacı kültürden uzlaşmacı kültüre ne zaman döneceğiz?...
Canların yanmadığı, camların kırılmadığı gerçek işçilerin, emekçilerin kutladığı bir bayram olsun 1Mayıslar…
11.05.2013