Gelin sizi bu hafta bir sokak futbolu nostaljisine götüreyim. Tabii o dönemleri şimdiki nesil pek bilmez. O zamanlar, bu kadar çok inşaat sahası ve betonlaşma olmazdı. Top oynayacak alan fazlasıyla mevcuttu. Düzgün bir futbol topuymuş, kale direğiymiş, saha çizgisiymiş.. Nerdeeeeee… Fakat bizler o dönem çok mutluyduk. Bütün gün, gece yarılarına kadar, hatta Ramazan ayında sahura kadar top oynanırdı. Mahallenin bütün çocukları, gençleri sokaktaydı.. Çekirdekler çitlenir, Kasım emminin, Selahattin abinin köşedeki bakkalında bisküvi arası lokum yenirdi. Hele yanındaki sohbetler, muhabbetler bir başka güzeldi. O dönemi yaşadığım için kendimi çok şanslı sayıyorum.
Çocukluğum Amasya-Taşova ilçesi Tepe Mahallesinde geçti. Çocuk sayısı o kadar çoktu ki…Haliyle takım kurmak hiç te zor değildi. Anne-babalarımız ve komşularımız bu oyuna asla tepki göstermezlerdi. Hani bazı sokaklarda sinirli bir amca-teyze olur da “aman gürültü yapmayın, sakın bahçeye top kaçırmayın, keserim haaa” diyen…İşte hiç öyle bir komşumuz olmadı.
Neyse, yazımızın başında sokak futbolu demiştim ya..İşte bu futbolun da kendine özgü efsane kuralları ve yaptırımları vardı. Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Ülkemizde futbolun bu kadar çok sevilmesinde sokak futbolunun çok büyük bir payı vardır.
İsterseniz şimdi bu kurallardan bazılarına bir bakalım :
-O dönemler topun sahibinin sözü geçerdi. Topu patlatan parasını öderdi. Patlak top ikiye kesilip kafaya takılırdı. Yine takımlar oluşturulurken en iyi 2 oyuncu mutlaka farklı takımlarda olurdu. Kale direği olmadığı için, bu görevi orta büyüklükte 2 tane taş görürdü. Taşlar arasındaki mesafe aynı olsun diye de mutlaka aynı kişinin adımları sayılırdı. Maçtaki en büyük tartışma da bundan çıkardı. Gol mü, taş üstü mü tartışması asla bitmezdi. Hele bir de, bir arkadaş dürüst davranıp ta “gol” derse, karşı takımın oyuncularının efsane repliği duyulurdu. “oğlum, adamın gol diyo işte”
-O dönem 3 korner 1 penaltıydı. Bir de kaleler minyatür kurulduğunda, penaltıyı atacak kişi kaleye sırtını döner, topukla gol yapmaya çalışırdı. Penaltı atılırken abanmak yasaktı. Hatta birisi atışta çok gerilirse “oğlum, burası İnönü stadı mı?” diye laf atılırdı. Eğer ki penaltıda kaleci değiştirilirse, o zaman 2 penaltı hakkı olurdu. Penaltı gol olursa ikinciye gerek kalmazdı.
-Yine bir forma mevzusu vardı. Forma dediğim de beyaz fanilalar…Bu fanilalar için, mahallede terzilikten anlayan bir büyüğe rica edilir, sarı lacivert çizgiler çekilirdi veya boyanırdı.. Niye sarı-lacivert? Çünkü bizim mahallemizde o dönemki çocukların %80’i F.Bahçeli’ydi. Mahallede Taşovaspor’da top koşturan acar futbolcu abilerimiz, rahmetli Mustafa Tanış, Adnan Yıldırım, Cavit Erkan ve Sebati Günaydın bize o zamanlar sarı-lacivert tutkuyu aşılamışlardı zaten..
-Tabii sokak futbolunun bir de sağlık boyutu vardı. Bir arkadaşımızın özel bölgesine top çarptığında, herkes aynı reaksiyonu gösterirdi. Arkadaş doğruca tenha bir yere gönderilip çişini yapması sağlanırdı.
-Hele mahalleler arası maçları unutmak mümkün mü? Bizde bu işi rahmetli Ertuğrul(nam-ı diğer Papandreu) arkadaşımız yapardı. Tam bir organizatördü. Yeşilırmak ve Yemişen mahallesi ile maçlar ayarlanırdı. Maç yeri, ya Lisenin bahçesi ya da Boğatamı olurdu. Mahalleler bu maçlara en güçlü kadrolarıyla çıkardı. Maça çıkacak oyunculardan 10’a lira toplanır, kazanırsak 20 lira olarak geri alırdık. Gollerde bütün mahallece sevinilirken, maç sonunda kavga asla eksik olmazdı.
-Sokak futbolunda maç ne zaman biterdi? Tabiiki akşam ezanı okunup anne-baba eve çağırdığında. İşte o zaman devreye hemen “Atan kazanır” kuralı girerdi.
Evet, dostlar…İşte böyleydi sokak futbolu. Şimdilerde çocukları ellerinde cep telefonuyla, ıPad’le gördükçe hep o yıllara gidiyoruz. Onları artık sokaklarda top oynarken göremiyoruz. Halbuki bizim aklımıza o günler geldiğinde içimiz kıpır kıpır oluyor, efkarlanıyoruz. Zamane çocuklarının sosyal medyada konuştuklarını, ne mutlu ki bizler gerçek hayatta yaptık, doyasıya yaşadık.
80’li yılların sonunda bir akşamüstü anne babamız bizi eve çağırdığında, o anın artık son gün olduğunu belki bilmiyorduk. O maçın son maçımız olduğunu bilmeden, o anılara öylece veda etmişiz.
Bu duygularla, bize bu yolda eşlik eden o jenerasyondaki arkadaşlarım- abilerim Ömer-İsa-Kadir Yıldız, Menderes Aydın, Aydın Şahin, Yaşar-İlhan Genç, Ümmet -Aydın Erken, Erdoğan Öztürk, Berat Özcan, İmdat(Turan) Yetim, Ferhat Türkyılmaz, İlhami Aytaç ve ismini yazamadığım tüm dostlara selam olsun…
En acısı da ne, biliyor musunuz? Yıllarımızı harcadığımız o sokak maçlarından, günümüze kalan bir fotoğraf karesinin bile elimizde olmaması..
Hoşça kalın, sevgi ile kalın…