Koca Ragıp Paşa’ya ait bir mısra vardır.”Tabibin olsa da kizbi marizin sıhhatin söyler”… Türkçesiyle; tabip, yalan da olsa hastasına sağlıklı olduğunu söyler.
Tabiplerimiz hastalarına bazen bu gibi tatlı yalanlar söyleseler de “Tıp bu değil” adı ile yazmış oldukları kitapta tıbbın doğrularını dile getirmişler. Hepsi kendi dalında uzman olan 13 doktorumuz modern tıbbın yararlarının yanında zararlarını da belirterek, insanı metalaştıran günümüz tıbbının acilen bilimselliğe dönmesini ve de yeniden ele alınmasını istiyorlar.
Bugün gelinen noktada tıbbı bilimsel tıp ve rantiyeci tıp olarak ikiye ayırmak gerektiğini, tıp biliminin masumiyetini kaybettiğini temel amaç olan acı dindirmek, hastalığı iyileştirmek gibi iki unsurun dışına taşarak yaşamın her anını belirleyen ve yönlendiren bir olgu haline geldiğini “hastalıklara ilaç değil; ilaçlara hastalık” arandığını belirtiyorlar.
Doğru beslenmenin, doğru yaşamanın hipertansiyon vakalarının azalmasına, kalp hastalıkları, kanser, şeker gibi hastalıkların gerileyip kemik ve eklem hastalıkları sorunlarının da azalacağına ve insanlarımızın geç yaşlanacağına işaret eden bilimsel tıbbın işlevsel tıbbın bunları söylediğini yazan doktorlarımız ancak rantiye tıbbının başka şeyler söylediğini belirtiyorlar;
Tansiyonun mu çıktı, al tansiyon ilacı, miden mi ağrıdı al antasit. Sonra o antasit sindirimi ve birçok hayati mineralin emilimini bozuyor. Gelsin yeni hastalıklar, gelsin yeni ilaçlar.
“Bir yandan yüz nakli, kol bacak nakli gibi sofistike ameliyatlar medya gündeminde yerini alırken öte yandan Manisa da bir ilköğretim okulunda verem salgını ile yüz yüze gelmemiz düşündürücüdür. Tıpta mucizevî başarılar peşinde koşarken veremin hortlaması oldukça trajiktir. Verem hastalığı ülkemizde çığ gibi yayılmaktadır.
İngiltere sağlık bakanlığı 2010 yılında ciddi radyasyon riskleri nedeniyle gereksiz tomografileri yasaklarken bizde hiçbir semptomu olmayan sağlıklı kişilerde reklam kampanyalarıyla adeta motorlu taşıt muayenesi gibi “check-up” yöntemi olarak pazarlanan bilgisayarlı tomografi tetkikleri yaygınlaştı.
Medyanın kitleleri hastalık konusunda paniğe sürüklemekteki gücünü, Kuş Gribi ve Domuz Gribi senaryolarının sergilenmesinde gözledik. Sözde Kuş Gribi salgını sırasında yumurtalar insanlar için birer el bombası kadar korkutucu geldi. Sözde Domuz Gribi salgını sırasında her gün bu hastalıktan dolayı öldükleri iddia edilen insanların sayısını ekranlardan takip ettik. Bilim insanları ekranlara çıkıp, salgın hastalık gerçekliği yaratılmasına katkıda bulunarak, aşı yaptırmamızı sürekli salık verdiler, aşı olmazsak ilerde binlerce kişinin ölebileceği her gün bize söylendi. Ancak ne binlerce kişi öldü ne de aşılama istenen hedefe ulaştı.
Az gelişmiş ülke vatandaşlarının tatil yapma, sokaklarında rahatça gezebilecekleri bir şehirde yaşama, kültürel etkinliklerde bulunma, bir araya gelerek eğlenme ve mutlu olma gibi hakları kısıtlıyken, tıbbi tedavi haklarının en ileri düzeyde korunması gerektiğinin yöneticiler tarafından sık sık dile getirilmesi bir çelişkidir.
Sağlık giderek büyüyen ekonomik boyutu ile sermaye gruplarının göz diktikleri bir faaliyet alanı haline gelmiştir. Bu nedenle devletin bu alandan çekilerek meydanın bütünüyle sermayeye bırakılması istenmektedir.
Günümüzün demokrasilerinde sandıktan, tatil, dinlenme, kültürel etkinlik, eğlenme vaatlerini dile getiren yöneticiler değil, daha çok muayene olma hakkı, daha çok tedavi olma hakkı, daha çok tıbbi girişime maruz kalma hakkını dile getiren yöneticiler çıkmaktadır. Bu sihirbazlığın arkasında medyayı, akademik faaliyetleri, eğitimi ve hatta bilimi kontrolü altına almış olan büyük sermaye gruplarını görmek zor değildir.”
Dr. Osman Elbek “Ama Tıp Bu Değil” derken kitaba niçin isim olduğu da ortaya çıkıyor;
“Artık görelim ki, mütevazı bir hekimlik sanatına ihtiyacımız vardır. Tüccarlıktan ve bezirgânlıktan uzak; mucizeler yaratamayacağının farkında olan; haddini ve hukukunu bilen; egosunu törpülemiş; anlaşılır bir dil kullanan; emir yağdırmaktan uzakta; dayanışma ilişkilerini ören ve performans puanları toplamayan bir hekimliğe ihtiyacımız vardır. Dahası hiç kuşku yok ki; mucizelerle hesaplaşmak zorundayız. Mucize doktorların, mucize ilaçların, mucize tetkiklerinin, mucize hastanelerin, mucize ameliyatların…
Tümünün katışıksız yalan ve şarlatanlık olduğunu gören bir zihniyete ihtiyacımız vardır. Dahası yaşlanma ve ölüm gibi iki hakikatin insan denilen canlının zorbalığını önleyen iki sigorta olduğunu fark eden ve bu nedenle de bu iki gerçeği yok etmeye değil, onları anlamaya ve yaşamaya çalışan bir hayata ihtiyacımız vardır. Bu nedenle ölüme karşı savaşım veren bir tıbba değil, yaşamı insanileştirmeye çalışan bir tıbba ihtiyacımız vardır.”
Dileğimiz devlet adamlarımız “Siyaset Bu Değil”, öğretmenlerimiz “Eğitim Bu Değil”, Hukukçularımız “Adalet Bu Değil” gibi daha nice meslek gruplarının kendilerini eleştirme erdemini gösterdikleri bu türlü kitapların yazılması…
Yazımıza divan edebiyatından bir beyitle son verelim;
Tıptan şikâyet geçmişte de olmuş. Sanıyoruz gününüz kadar hastalık çeşidi olmadığından mazinin insanı, farklı bir derdin dermanını arıyor:
Tig-ı gamzeyle yarar cerrah-ı dilber sinemiz
Urmaz amma rahm edip bir canlı yakı kimseye
Aşki
( Dilber, cerrah olmuş gamze neşteriyle bağrımızı yarmakta. Ne çare ki merhamete gelip kimseye canlı yakı olduğu yok.)
21.12.2012