Bedirhan Gökçe’nin delikanlılığı anlattığı kitabı 28 Mart 2012 de okumuşuz. On yıl geçmiş. Yine bir göz gezdireyim dedim, yazarın ‘Delikanlı adam: Aç gözlü olmaz, üç kuruşluk dünya malına duruşunu bozdurmaz’ başlığıyla giriş yaptığı sayfada yazılanları; ramazan yardımlarının dağıtıldığı bu mağfiret ayında bu işe gönül verenlerin yardımları dağıtırken karşılaşmış oldukları aç gözlülükle ilgili olumsuz davranışlardan duydukları rahatsızlıkla ilgili bir yanı olduğunu düşünerek okuyucularımızla paylaşmak istedik.
Bedirhan Gökçe şöyle başlıyor yazıya ‘Delikanlılık o an olur: Parayı elinin tersiyle ittiğin yerde!
Uluslararası bir yardım kuruluşunun gecesine davetliydim. Ortam alabildiğine duygusaldı. Ülkemizde ve dünyada yardım muhtaç insanların o hallerini ne kadar biliyor olsak da ‘Ete kemiğe bürünmüş’ olarak ayan beyan görünce göz yaşlarımıza hakim olamamıştık.
Çıkışta dernek başkanı koluma girdi ve ‘Bedirhan Bey, sizinle özel bir anı paylaşmak istiyorum’ dedi ve anlattı:
Erzurum’da üniversitede okuyan bir delikanlı kendilerine ulaşır ve memleketten uzun süredir parası gelmediğini, üniversite harcını yatıramadığını, gerekli ihtiyaçlarının hiç birini karşılayamadığını, ailesinin durumunu bildiği için de onlara bir şeyler diyemediğimi acilen ödemesi geren tutarın bedelini belirtip ekler: ‘Gerçekten ihtiyacım olmasa istemezdim… Zor durumdayım, beni anlayın…’
Dernek gerekli incelemeleri yapar ve o delikanlı ya yardım edilmesi gerektiğine karar verir. Aradan bir müddet geçer ve ödemenin yapıldığı günün akşamı delikanlı tekrar arar. ‘Bana inanıp yardım ettiğiniz için çok teşekkür ediyorum’.
Dernekteki çalışanlar bu tür teşekkürlere alışkın olduklarından onlar da teşekkür eder ve ileride ihtiyaç halinde yine şartlar el verdiği ölçüde yardım edeceklerini söylerler…
Delikanlının sesinde hem coşku hem kırıklık vardır. ‘Ben, inanıp gönderdiğiniz için tekrar tekrar teşekkür ederim ama benim bugün memleketten param geldi ve sizin gönderdiğiniz paraya ihtiyacım kalmadı. Ben şimdi onu geri havale ediyorum. Artık bu parayı alamam ve yardıma ihtiyacı olan bir başkasının hakkını yiyemem. Tekrar tekrar teşekkür ediyorum…’
Ve telefon kapanır. Ve yazar yazısını şöyle tamamlıyor: ‘Bu yürek, bu olgunluk, bu şuur, bu nezaket delikanlılık değil de ne. Böyle delikanlılar olduğu sürece bu ülkenin sırtı yere gelmez…’
Yoksulun evi uzaktadır, kimseler görmez. Yoksulun sesi kısılmıştır, kimseler duymaz. Yoksulun yüzü soğuktur, kimseler bakmaz, bakan olsa da başını çevirip gider. Yoksullar bekler. O bekleyişin karşılığı bir koli erzak ve bir miktar paradır. Ne olacak demeyin, yoksul evinde yol gözleyenler var. Tütmeyen baca, kaynamayan tencere var.
Fukaralık ülkemizin bir gerçeği. Hayır işlemek elbette güzel ama yoksulluğa karşı savaşın hayır işleriyle kazanılmayacağını da belirtmek isteriz. Evet sesleri kısılmış, evleri uzakta, yüzleri soğuk fakirleri ve onların tütmeyen bacalarını gören kaynamayan tencerelerini fark eden hamiyetli insanlarımızda var. Şu dünya yerinde duruyorsa, gök yarılıp yer çökmüyorsa iyilerin yüzü suyu hürmetine. Onlar için şair ne güzel söylemiş;
Adem odur ki adını alemde andıra
Aleme ad kalır Adem gelir gider.
Hz. Ali ‘Nam’ın en güzeli, yapılan iyiliklere edilen teşekkürlerin yayılmasıdır’ der.
Yardımı yapan doğduğu ilçeye yapmış olduğu iyilikten kazanacağı sevabı düşünüyor. Reklam diye bir derdi yok ihtiyacı da yok. Kameralar önünde fakir fukarayı sıraya dizip yardım torbaları da attırmıyor. İyiliğinin kaynağı ve gerekçesi tek Allah rızası…
Diğer yanda adam, ilçesine yapılmış ve yapılmakta olan iyilikleri, kimlere faydalı olunmuş, hangi hayırlı hizmetlerde bulunulmuş bunları görmüyor. Hiç sıkılmadan konuşuyor, yargılıyor yada akıl vermeye kalkıyor.
Eleştirinin sağlık işareti olduğuna inanırız yeter ki sağlıklı bir zihinden, kararmamış bir kalpten çıkmış olsun. Mesele eleştiri değil hadsizlik. Ve itibar suikastlığı… Tek özelliği kimseyi ve hiçbir işi beğenmemek olan bu insanların kara çalmak, rencide etmek, muteber olanı itibarsızlığa çalışmak görevleri. Hırslar, ihtiraslar, kıskançlıklar eleştirinin çıkış noktası olmamalıdır. Elinden geliyorsa çare bul, kusur değil…
Eski insanlar daha sabırlı, daha temkinli ve daha muvazeneli idiler. Dünya küçüldü, dertler büyüdü. İnsanlık geriledi. Adap, erkan, nezaket, zarafet tası tarağı toplayıp göç etti. Eskiler elleri dara girdiğinde başkalarına sızlanmayı ar edinirlerdi. Bilirlerdi ki sevenleri duyar, ancak yardım edemezler sevmeyen ise sevilmek için fırsat bulmuş olurlar. Eskinin insanları elindekine kanaat eder, hiçbir talepte bulunmazlardı. Bu hale tok gözlülük derlerdi.
Ağniyaya arz-ı hacet etme müstağni bulun
İhtiyacın söylemektir şahsı edna gösteren.
Şairin mısralarında söylediği gibi; zenginlere ihtiyacını söyleme, müstağni bulun, ‘Bana lazım değil’ de; Kişiyi düşkün gösteren ihtiyacını söylemektir. Şimdilerde üç katlı evi olan kapısında otomobili, traktörü olan yardım istemekten hiçbir hicap duymuyor.
İnsana hürmeti unuttuk. Hele ilçemize bunca yararı dokunmuş, doğduğu ilçesini unutmayıp okullar yaptırmış, Ramazanlarda fakir fukarayı gözetmiş bir insanın iyiliğini görmezden gelerek kusur aramak insanlıkla bağdaşmaz. İyilik yap denize at, balık bilmezse Halik bilir diyelim.
Yine hal ile dövündük, mazinin güzellikleriyle avunduk, teselli aradık.
Önce bu ramazan ayında iki tır dolusu erzakla fakirlerimizi sevindiren Sevgili Fuat Bursalı’dan; sonra Taşova’nın gönül dostları, herkesin derdiyle ilgilenen, darda kalanın yardımına koşan, ilçenin sorunlarına akıl yoran, gönüllü çalışmayı yurttaşlık görevi sayarak ilçesinin fakir fukara insanlarına bu ramazan ayında köy köy dolaşarak ihtiyaç sahiplerine yardımları ulaştıran Gönül Hayati Özkan, Vehbi Soyal, Muhtar Nurdan Yılmaz, Niyazi Özkan, Kadir Yüksel ve Cesarettin Tuzla’dan Allah razı olsun, bu gani yürekli insanlara ne kadar teşekkür etsek azdır.
Nice bayramlara sağlık, huzur içinde ve yaşama sevinci içinizden eksik olmadan ulaşmak dileği ve niyazıyla…