‘ Hoşunuza giden her şeyi kaydedin. Memleketimizin değerlerini tespit edin. Terakki ettikçe hevesiniz çoğalır. Şevk u muhabbet, sa’yi artırır. Aşk olmayınca meşk de olmaz.’
Hoca Ali Rıza’nın bu söylediklerini yapma gayreti içindeyiz. Kara kaplı defterimize okuduğumuz kitaplardan beğendiğimiz cümleleri yazıyoruz. Terakki edip etmediğimizi söylemek bize düşmez ama okudukça cehaletimizin farkına varıyoruz.
İşte eserlerini okuduğum yazar Mustafa Kutlu’nun kitaplarından sizlerinde beğeneceğinizi umduğum kara kaplı defterime not olarak düştüğüm memleketimizin değerlerinin ifadesi olan bazı cümleleri ve onun düşünceleri etrafındaki yorumumuz.
Yoksulluk bu kadar mı güzel anlatılır;
‘ Yoksulun evi uzaktadır, kimseler görmez. Yoksulun sesi kısılmıştır, kimseler duymaz. Yoksulun yüzü soğuktur kimseler bakmaz; bakan olsa da başını çevirip gider. Yoksullar bekler. Beklemek umuttur. O bekleyişin karşılığı üç-beş kuruş, hani ne olacak demeyin; evde yol gözleyenler var. Tütmeyen baca, kaynamayan tencere var.
Melul- mahzun bakan çocuklar. Bunlar sokaklardan kağıt toplayan, ayakkabı boyayan, simit satan, dörtyol ağzında duran arabalara kağıt mendil taşıyan; tükenmiş dibe vurmuş ailelerin çocukları.
Kemalettin Kamu ‘ Bingöl Çobanları’ şiirinde ‘Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum’ diyordu. O günden bu güne kaç zaman geçti. Memlekette neler oldu neler. Ama gelin görün ki, büyük şehrin kıyıcığında hala deniz görmemiş çoban çocukları çevre yolu kenarına pikniğe gidiyorlar.
Yok olsun yoksulluk!...
Yazarımız sonra varsıllara sesleniyor:
Siz ey sağlıklı ve varlıklı olanlar.
Ey işleri tıkırında gidenler.
Ey karnı tok, sırtı pek, yüzü gülenler.
Ey seçim kazananlar ve koltuğa kurulanlar.
Ey dolar uçuranlar ve muslukların başını tutanlar.
Siz ey güç odakları, silah sahipleri, söz ustaları.
Beş vakit namazını cemaatle kılanlar, gece teheccüte kalkanlar.
Zikir ile coşup nara atanlar. Defalarca hacca gidenler.
Bir koyup beş kazanan tüccar, yağlı müşteriye yaltaklanan esnaf.
Aracılar, tefeciler, bankerler
Ey mangalda kül bırakmayan siyasiler
Bilim babaları, akademisyenler
Emirle demiri kesebilenler
Unutmayın
Yoksullar sizi bekliyor.
Kara kaplı defterime düştüğüm bir başka notumuzda da yazarımız toplumun ‘makbul adam’ ölçüsünü veriyor:
Bizde asalet Avrupa’daki gibi sınıf ayrımına dayanmaz Aristokrasi, Burjuvazi, Feodal beyler falan yoktur. Bizde asalet ahlak ile belirlenir; parayla, mevki ve makamla madalya ile değil. Adam zengindir lakin makbul sayılmaz; bilinir ki bu zenginliğe haram bulaşmıştır. Adam mevki-makam sahibidir yine makbul sayılmaz, bilinir ki bu mevki ve makam iltimasla kazanılmıştır. Mevki ve makamı, şöhreti, hatta parayı helal yoldan, ehliyet-liyakat ve alın teri ile kazanmış olmak lazımdır. İşte o zaman makbul sayılır. Bir tüccar ile bir yemenicinin farkı asaleti, ahlakı ile belirlenir.’ Diyerek inandığı ölçüleri sıralarken günümüzün ahvalini de şöyle tanımlıyor:
Artık ne büyük, ne küçük, ne akraba ne hısım ne komşu, ne hürmet, ne merhamet ne şefkat, ne haysiyet ne mürüvvet, ne feragat ne sevgi ne de saygı kaldı.
Para hepsinin yerini aldı.’
Memleket tablosunun karanlık portresinin sebebini açıklarken ümit var olmamız gerektiğinin reçetesini de gösteriyor;
‘Bu memleket tablosunun müsebbibi söylenen yalanlar, yaşanan ahlak buhranıdır.
Türkiye bir imparatorluk bakiyesidir. Her an silkinip ayağa kalka bilecek kudret ve kabiliyete maliktir. İnsanımız aza kanaat edecek ve çile çekmeye katlanacak bir ahlak üzeredir. Yeter ki yapılacak planların, gösterilecek faaliyetlerin sonunda adaletin tecelli ettiğini görsün.’
Bu satırları okuyan herkes bu düşüncelere katılır. Ancak halkımız yapılan planların, gösterilen faaliyetlerin sonunda adaletin tecelli ettiğini göremediği için farklı bir ahlak anlayışını benimseyen bir toplum haline dönüşmüştür. Yazarımızın belirttiği gibi tüm değerlerimizin yerini para almıştır.
Toplumsal yaşayışımızda bu değerleri yitirirken siyasal hayatımızda da kayıplar yaşıyoruz. Siyasal sürecin dört aktörü olan Siyasi partiler, Bürokrasi, Baskı gurupları ve Seçmenlerin ahlaki değer yargılarında meydana gelen erozyon siyasete olan güveni azalttı. Toplum nazarında siyaset yapan bu aktörler hakkında oluşan genel kanaat; seçmenin kamu menfaati yerine bireysel çıkarlar peşinde koştuğu; siyasi partilerin yeniden seçilebilmeyi garantilemek için oy’u, bürokrasinin makam ve prestij imkanlarını kaybetmemeyi; çıkar ve baskı guruplarının da devletten elde edecekleri rantı düşünerek siyaset yaptıkları şeklindedir.
Fakirlerimize gelince; nüfusumuzun yarısı köylü olan ülkemizde ne yazık ki köylümüzü köyünde tutamadık. Onlara sahip çıkamadık. Devletine bağlı, çileye alışkın bu insanlarımızın bir kısmına orda bir köy var uzakta dedik gözden ırak gönülden ırak kaderleri ile baş başa bıraktık. Ürettiği üründen kar edemez hale getirdiğimiz köylümüzün büyük bir kısmını da şehirlere göçe mecbur ettik.
Büyük şehirlere göç etmiş köylümüzün hali ne olacak?...
Onların çocukları kağıt toplamaya, ayakkabı boyamaya, kapıcılığa, simit satmaya, kağıt mendil satmaya devam mı edecekler. Tükenmiş dibe vurmuş ailelerin çocuklarının yaşadığı gelir adaletsizliğinin yaşandığı, en alttakilerle üstekiler arasında ki uçurumun günden güne arttığı bu adaletsiz tablo nasıl düzeltilecek.
Bunların çözümünü siyasilere bırakıyoruz ama yazarımızın söylediği gibi ‘Yolsuzluklar içinden yüzünün akı ile çıkamayan bir hükümet ülkedeki yoksulluğu da yok edemez diyoruz.
Bu ülkenin birinci meselesi yoksulluktur. Büyük şehre göçe mecbur bıraktığımız köylümüz bulguru, taranası, turşusu, peyniri fasülyesi ile Anadolu’nun her yöresinden son kalan nevalesini şehirlere taşıyor, böylece açlık bastırılıyor.
Anadolu dan gelen otobüsler yolcudan çok çuval taşıyor.
Köylümüz, insanımız bekliyor. Sabrediyor. Dünyanın gelir dağılımı bakımından en adaletsiz ülkelerinden biri olan ülkemizde adaletin işlerlik kazanmasını istiyor. Devletine güveniyor.
‘Devlet bu asil millete layık olmalıdır.’
NOT: Ebediyete uğurladığımız değerli kardeşimiz Kirami Kara’ya Allah’tan rahmet, kederli ailesi ve sevenlerine başsağlığı diliyoruz.
22.03.2011