Bir gazetemizin “Zamansız Düşünceler” köşesinde Zahit Atam “Kanı kanla yumazlar” başlığıyla kaleme aldığı yazısında mensubu olduğu camiayı samimi bir dille eleştiriyor. Yazar, bir nefret kültürü içinde yaşadığımızı, masum insanların ölmesini dert edinmeyen, şiddeti yücelten bir siyaset yönteminin benimsendiğini solun, sosyalizmin humanist karekterli bir hareket olması gerektiğini solun silaha sarıldıkça meşruiyetini kaybedeceğini bu nedenle de şiddetten uzak durmaya, meşruiyet çizgisinde kalmaya özen göstermesi gerektiğini söylüyor.
Devamla “Bu toplumda şiddet ve ölümden uzak duran bir sol hareket ihtiyacımız var. Ama bu sol hareket liberal, aydın versiyonu biçimde uzlaşmacı, düzenin stepnesi ve aynı zamanda teslimiyetçi ve düzenin beslemesi olamaz. Eğer muhalifseniz siyasi kimliğiniz net olmalı ve dediklerinizin bilimsel bir temeli olmalı ve düzenle kirli ilişkilere girmemelisiniz. Halkın yanında olan, eline silahı alan değil, meşru düzlemde, aklıyla bilgisiyle ve ahlakıyla, en önemlisi de emeği ile belirli bir siyasal eğilimi tutarlı biçimde savunacak bir harekete dönüşmelisiniz.
Kahrolsun şiddet ve silah
Kahrolsun kan davası anlayışı
Kahrolsun nefret ideolojisi
Yaşasın meşruiyet, kardeşlik, akıl, bilim ve toplumsal barış”
Evet her fikrin aşırısı ve ılımlı bir tarafı vardır. Aşırı millyetçilik, aşırı devrimcilik, aşırı sosyalistlik, aşırı dincilik gibi… Bu aşırılık müdafa edilen inancın tenkit edilmesini sevmez. Ilımlı inanca sahip olanlar ise kendilerine ters gelen iddiaların da haklı olabileceğini düşünür ve bu nedenle zıt düşüncelere de saygı gösterirler.
Batıda ki bu fikir müsamahası Batı medeniyetinin imrenilecek vasıflarından biridir. Batı seviyesine uzak kalışımızın bir nedeni de bu müsamahasızlıktır.
Devrim adına, ilim adına, milliyet adına, din adına, fikir kılıcı çekenler, karşı tarafında haklı olabileceği tarafını düşünmüyorlar. Ne hazindir ki Türkiyemizde halka yol gösteren bir kısım aydınlar, din adamları, politikacılar bizi batının bilgi ve anlayış çizgisine götüreceğini umduğumuz bu merhaleyi kavgasız, dövüşsüz, mahkemesiz geçme becerilerini göstermenin çok uzağındalar.
Bizlerin bir araya geldiğinde konuştuğu tek konu memleket meseleleri: Fert ve cemiyet olarak dertliyiz. Nereye baksak düzeltilmeye muhtaç bir durumla karşı karşıyayız. Kimi dinlesek halden şekvacı.
“Ne olacak bu memleketin hali” sorusu her defasında sohbetimizin konuğu. Betonlaşan fotokopi şehirlere döndük. Hep birbirimize benziyoruz. Ortak özelliğimiz laf ebeliği oldu. Memleketi iddia ettiğimiz kadar sevmiyoruz. Sevseydik şikayet ettiklerimize çare bulurduk.
Çıkarlarının devamını temin uğruna milleti yerinde saydıranların faaliyetlerine mani olamıyoruz. Herkes vatansever olduğunu söylüyor ama tahribata yine de engel olamıyoruz. Bunun tek nedeni, okumayı, düşünmeyi, hakikati araştırmayı ve en önemlisi birbirimizi sevmeyi bilmiyoruz. Birbirimize kenetlenmemiz gerekirken ayrışıyoruz.
Adı “Anayasa Referandumu” olan milletimizin tüm fertlerinin medeniyet belgesi ve de toplumsal mutabakat metni olarak tarifi yapılan bu konuda bile bir araya gelemiyoruz. Evetçi, hayırcı olarak referandumda birbirimizi bilgilendirmek yerine birbirimize hakaretler yağdırıyoruz.
İyimser yaranın üstünde kabuk görür, kötümser kabuğun altında yara görür. Bir sol tandaslı gazete yazarının kendi düşünce sistemine yapmış olduğu işten eleştiriyi yaranın üstünde kabuk görmek isteyenler olarak toplumsal barışımız için önemli sayıyoruz. Aynı otokritiği kendisini muhafazakar demokrat olanlarımızın da yapmasını diliyoruz.
“Kuşlar gibi uçmasını, balıklar gibi yüzmesini öğrendik. Ancak bu arada çok basit bir sanatı unuttuk, kardeş olarak yaşamayı” diyen Martin Luther King’e selam olsun.
Her gün birbiriyle karşılaşan insanların yaşadığı küçük bir ilçede referandum neticesini havai fişeklerle kutlamayı birlik, beraberlik barış adına pek uygun bulmadık. Şartları eşit olmayan bir yarışın şikayet konusu edildiği bu referandumun zaferi olsa olsa Pirus zaferi olur. Bu türlü kutlamalar ortak sevincin paylaşımı olmaz. Ancak ayrışmanın, kamplaşmanın değirmenine su taşır.
Malik bin Enes; mücadelenin, cedelleşmenin dinde yeri yoktur. Mücadele kalpleri katılaştırır, kin ve nefret doğurur. Şunu demek isteriz ki; Sol bir yazarın kendi camiasını eleştirdiği gibi, muhafazakar demokrat camia da kendine bir öz eleştiri yapmalıdır. Ve bilmelidir ki “Müslüman yerilmez ve sevinmez, çünkü dünyada sevinilecek ve yerinilecek bir şey yoktur.”
Bayrak şairi Arif Nihat Asya’nın Allah’a yalvarışı da hepimize ibret olmalı:
Fesada kullanacaksam en ince zerresini
Şuur verme bana!
Halka, mahluka sevgiden gayrı
Kusur verme bana!…
Kandiliniz ve ulusal egemenlik ve çocuk bayramınız kutlu olsun.