8 Mart 1857 tarihinde New York’taki bir tekstil fabrikasında 40.000 işçi grev yapmış, yapılan bu grev sonucunda çıkan yangında, çoğu kadın 129 işçi hayatlarını kaybetmişti. 1910 yılında Kopenhag’da 2. Sosyalist Enternasyonal’e bağlı toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına, 8 Mart tarihinin “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanması kararlaştırılmıştır. 1921 yılında Moskova’da toplanan 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda bu günün “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmasının ilan edilmesinden ardından, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmasını kabul etmiştir. Gelelim Türkiye Cumhuriyetinde gelişen Kadın haklarına; Kadın haklarının kısıtlı olduğu bir toplum düzeninin olduğu Osmanlı İmparatorluğu'ndan, kadın-erkek eşitliğinin kabul edildiği modern Türkiye Cumhuriyeti' ne geçiş, bir çok devrimler ile mümkün olabilmiştir. Kadınlarımıza birçok batı ülkesinden daha evvel bu hak Atatürk tarafından verilmiştir. Atatürk’ün kadına verdiği değeri görebilmek için kayıtlara bakmak yeterlidir;

 

    1934 yılında Ankara Türk Ocağı’nda seçkin konuşmacılar Türk kadınına da milletvekili seçilme hakkının verilmesini isteyen hararetli konuşmalar yaparlar. Sonunda Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne kadar bir gösteri yürüyüşü yapılmasına karar verilir ve hemen uygulamaya geçilir. Aydın bir kadın topluluğunun Meclis önünde yüksek sesle konuşmalarını çalışma odasında bulunan ve olayı hiç bilmeyen Atatürk haber alır. Çevresindeki milletvekillerine “Bakın bakalım hanımlarımız ne istiyorlar? Bana da bilgi getirin” der. Gidip konuyu inceleyen mebusların telaşlı halleri karşısında Atatürk: “Arkadaşlar! Kadınlarımız Meclis’te görev isteğinde haklıdırlar. Hemen kanun tasarısı için çalışmalara başlayınız” direktifini verir. Çalışmalar başlar, önce Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun 10 ve 11. maddeleri değiştirilir. 5 Aralık 1934 de kabul edilen bu değişiklikle kadınlarımıza milletvekili olmak için seçme ve seçilme hakkı tanınır. İşte Türk kadınının Türk erkeği ile tam manası ile eşit düzeye gelmesi sağlanmış olur. Olay, dünya çapında yankılar yaratır. Bir çok ileri ulusun kadını bundan örnek alma çabasına koyulur. Yenilenen genel seçimlerden sonra 1 Mart 1935 tarihinde ilk kadın milletvekillerimiz Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kendilerine ayrılan yerlerine otururlar.

 Atatürk kadın hakları ve statüsü konusunu sadece milli bir mesele olarak görmemiş, Cumhuriyetin kurulmasından sonra onu süratle milletlerarası alana taşımıştır.

    Atatürk 22 Nisan 1935 de İstanbul’da Beylerbeyi Sarayında “Milletlerarası Kadın Kongresi”nin toplanması için imkanlar hazırlayıp, kongreyi himayesine almıştır. Dünya çapında ünlü kadınların ve yazarların toplanmasına da vesile olan kongreye gönderdiği telgrafta “Siyasi ve toplumsal hakların kadın tarafından kullanılmasının, insanlığın saadeti ve prestiji bakımından gerekli olduğuna eminim” demiştir.

 

    Bu vesile ile Türk kadınlığının, Dünya kadınlarıyla ilişkilerinin alacağı şekli de “Türk kadınının Dünya kadınlığına elini vererek dünya barış ve güveni için çalışacağına emin olabilirsiniz” sözleriyle tayin ve tespit etmiştir.

    Atatürk' ün Türk kadınına beslediği sevgi ve saygı, Kurtuluş Savaşı' ndaki gözlemleri ile iyice perçinleşmiştir. 1923 yılında Konya' da yaptığı bir konuşmada, bu hissiyatını büyük bir içtenlikle dile getirir.

    "Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar emek verdim, diyemez. Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve kucağındaki yavrusu ile yağmur demeyip, kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakar, o ilahi Anadolu kadını olmuştur. Bundan ötürü hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükranla ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim."

    Atatürk 30 Mart 1923' de Vakit Gazetesi' nde yayınlanan bir beyanatında;

    "İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin?"

    Türkler tarih boyunca, baba erkil denilen aile yapısını gönüllerine yerleştirememişler ve benimseyememişlerdir. İşte Atatürk, milletin geçmişindeki ve özünde var olan fakat özlem haline getirilmiş bir hakkı, bir duyguyu devlet varlığına geçiren devrimci olmuştur.

    "Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın" diyerek, yaptıklarının gerekçesini az, öz ve muhteşem bir ifade ile belirtmiştir. Din, ahlak ve aile müesseselerine sahip çıkan, ailenin temeli sayılan Türk kadınının toplumla bir bağ, kurmasını isteyen Atatürk; kadınlara, medeni ülkeler seviyesine çıkmanın en önemli koşullarından olan eşitlik haklarını vermek istemiştir. Türk kadının daha rahat bir hayat sürdürmesini isteyen, onun omuzlarındaki ağırlığın farkında olan Mustafa Kemal Atatürk; Cumhuriyetimizin teminatı olan çocuklarımızın analarına haklarını vermiştir. Haklarını alan Türk kadını, bu gelişmenin ardından sosyal hayattaki yerini almıştır.

    Kadınların giysileri de Atatürk' ün üzerinde çok önemle durduğu bir başka konu olmuştur. Bu konuda Atatürk, 1 Eylül 1925' de İkdam Gazetesi' nde yayınlanan bir beyanatında şöyle demiştir;

     "Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başında bir bez veya buna benzer bir şeyler asarak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın manası neye delalet eder? Medeni bir millet anası, bir millet kızı için bu garip şekiller, bu vahşi vaziyet nedir? Bu hal milleti çok gülünç gösterir ve derhal düzeltilmesi lazımdır".


  Atatürk' ün, çağı ve değişeni değil, değişecek zamanı milletine göstermesi, kadın hakları ve kadın-erkek eşitliği konularında, "BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi", "İnsan Hakları Sözleşmesi" gibi konular, daha insanlık tarihinin ufkunda bile görünmemişken Türk Kadınına, haklarını vermesinin değeri daha iyi anlaşılır. Bağımsızlık mücadelesi yapan ülkeler nasıl Atatürk' ü örnek bir lider almışlarsa, kadın hakları uğruna uğraş ve savaş verenler de, onu bir devrimci olarak aynı şekilde örnek almak durumundadırlar. Çünkü bütün insanlık tarihi boyunca, tarihin hiçbir döneminde, hiçbir lider kadın hakları konusunda Atatürk kadar önsezili ve öngörüşlü olmamış, onun kadar uğraş ve savaş vermemiştir.

     Ne mutlu bir Atatürk yetiştiren Türk kadınına, ne mutlu O'na sahip olan Türk milletine... Kadınlar anadır, eştir, emektir. Onlar ki toplumun ilerlemesinde öncülük eden, yol göstericileri, karanlıkları aydınlatan, bitmek tükenmek bilmeyen nur’u ışığıdır. Kadınlarımızla birlikte el ele nice eşitlik, özgürlük, mutluluk dolu yarınlara…