Ulusal Elektrik Şebekesinin henüz İlçeye ulaşmadığı zamanlardı. İlçenin elektriği, sık sık arızalanan, Samsun Caddesi üzerinde o zamanlar “Kırma Kadir”e ait olan (sonralarda Ali Özer Benzinliği) yanında bulunan ve sıvı yakıtla çalışan “santral”dan sağlanırdı bundan yaklaşık yarım asır öncesi. Her şeyin olduğu gibi ramazanların da daha bir güzel olduğu zamanlardı. Kıt olanı paylaşmanın paha biçilmez gönül zenginliği, ruhsal doyumu ve daha kutsal olduğu zamanlar…
Bağdat Caddesinin batı tarafında Yeşılırmak’a doğru yön alırsak sağ tarafta “Kolcu Adem”in evi vardı. Bahçesinde bulunan, haftada ya da iki haftada bir mahalleli kadınların “keşik” ile yaktıkları fırında ekmekler pişirilirdi. Çocukluğumun ilk yıllarıydı. Ramazan gecelerinde sahur (zöhür) vakti, davulun önce sesi sonra kendisi gelirdi o köşeden sokağımıza doğru. Davul çalandan ziyade zurnacısı meşhurdu ekibin. İlçe Hastanesinin hemen alt tarafında, tepeye önceki sokağın (çocukların dilinde çingen mahallesi) en ünlüsü “Zurnacı Kör Kaya” çalardı zurnayı. Uyananların ev lambaları zaten yanardı. Yanmayanları da davul-zurna ekibi ramazana uygun maniler söyleyerek uyandırır, sonra devam ederlerdi sokakları dolaşmaya… İlçede herkes birbirini tanıdığından Kör (Pörtlek) Kaya da hangi evin önünde kimler dışarı çıkıp kendisini bekliyorsa orada kısa molalar verip çoğu zaman da ev sahiplerinin isteği üzerine mani ya da kısa türküler çalıp söylerdi. Tabi bu iş için bahşişini de alırdı.
Bağdat Caddesi Yeşilırmak’a doğru yani doğu yönünde çarşıdan tepeye doğru bir cadde ile kesişirdi. İşte bu kesişmenin çarşıya dönen köşe başında biribirlerine kalınca bir vida ile tutturulmuş, ahşap iki elektrik direği vardı. “Çift direk”… Biz çocuk söyleyişimizle “çitdirek” derdik. Oyunlarımızda, yarışmalarımızda bir kriter, bir sınır belirteciydi çift direk. Çift direğe kadar koşu, çift direği geçmeden oynanan yarışa dayalı oyunlarımız olurdu. Ramazan geceleri (halk ağzı ile zöhür) sahur öncesi davul-zurna sesi gecede yankılanırken o çift direk tarafından gelmesini beklerdim babamın. Babam Terzi Nazım GÜNER, hızlı adımlarla yürürdü hep. Koşarcasına ve hep bir yerlere ulaşmak istercesine… Evimizin bahçe kapısından lambası ile sokağın köşesini aydınlatan çift direği gözetler, babamı çift direkten sokağa döndüğünü fark edince içeri girip anneme babamın gelmekte olduğunu bildirirdim. O zamanlarda küçük esnafın bayram öncesi işleri yoğun olurdu. Terziler, bayrama kadar geceleri de yoğun mesai yapar, bu gece mesaileri bayram sabahına kadar sürerdi ramazanlarda. Takım elbise diker, bu elbiselerin dikimi; prova, dikiş, ikinci prova derken bazen bir haftada ancak biterdi. Zanaatkârlardı. Şimdilerde terzilerin en çok yaptıkları iş olan; pantolon paçası kısaltma, fermuar değiştirme ya da sökük dikme işlerini çıraklarına yaptırır ve genelde karşılığında para da almazlardı. Şimdiki gibi “hazır giyim” o kadar yaygın değildi. Pazartesi günleri kurulan pazarlarda Ladik esnafının kamyon kasalarındaki sergilerinden, ya da ilçenin en tanınmış hazır elbisecisi aslen Yerkozlu Köyünden olan Terzi Ali’nin dükkanından alınan hazır elbiselerin bedene uyumu için tekrar elinden geçmesi gerekirdi terzilerin. Bayram sabahına ancak yetişirdi bazı işleri. Bayram sabahları evimize kadar gelip elbisesini almak isteyen köylüler olurdu.
Ramazanlarda oruç tutmaya pek hevesli çocuklar, öğleye kadar ancak dayanarak “tekne orucu” tutarlardı. Günün tamamını oruçlu geçiren çocuklar ve ergenler, iftar vakti için kendilerine gün içinde en çok canlarının çektiği şeker, tatlı veya meyveleri “iftarlık” diye alır, iftara kadar saklarlardı. Şehrin Kuzeyindeki Tepe Mahalle o zamanlar bağ, bahçe ya da tarlaydı. Metalden dökme bir top bulunurdu namlusu ilçeye dönük. İftar vakti yaklaştığında Belediye çalışanlarından “Koca ağa” lakaplı belediye işçisi gelip, (Anımsadığım kadarı ile Alpaslan Köyünden) dükkanda kumaş artıklarını, kırpıntıları alıp bir çuvala koyup giderdi topun başına. Kumaş kırpıntılarını ustalıkla dökme topun namlusundan sıkıştırıp, barutu da hazırlayıp beklerdi tepede çarşı camiinin minaresinden kandillerin yanmasını… Çok düzgün ve güzel sesiyle minarenin şerefesine çıkıp elini kulağına götürüp başını da ezanın makamına göre sallayarak söyleyen camii müezzini Halil Hafız’ın (Aslen Baraklı Köyünden) sesini duyar duymaz da hazırladığı meşaleyi topa yerleştirdiği baruta yaklaştırıp iftar vaktini bildirirdi İlçe Halkına. Ramazan topunu patlatırdı.
Güzeldi o günler. Lüksümüzün karanlık geceleri aydınlatan “lüks lambası” kadar olduğu zamanlar güzeldi. İnsanlar üretir, üretirken yardımlaşır, tüketirken bölüşürdü.
Aklıma geliverdi Bağdat Caddesinde bir ramazan günü ve gecesi. Altmış yaşını çoktan geçmiş “hafızamı test etmek” istedim paylaşırken belki de… Yazdığım isimleri yad etmek istedim. Mekanları cennet, toprakları bol olsun. Lakapları ile andığımız için umarım incitmemişimdir yakınlarını…
Esen kalın. Nice ramazanlara sevgi ve paylaşımla…
Celal GÜNER- 16.05.2019 (Düzce)