Atatürk’ün en sevdiği yemeklerin başında bamya yemeği gelir. Cumhuriyet’in 99. Yılı kutlamalarına 29 Ekim’e doğru Amasya’nın Taşova ilçesinin Çambükü köyünün coğrafi ürünler arasına girmiş çiçek bamyası hasat edilmeden talan edildi.
Çambükü köyünden Fadime, Menekşe ve daha birçok çiftçi kadın tarlalarındaki ürünü hasat etmek için çalışırken birdenbire dozerlerin o gözleri gibi baktıkları tarlalarına nasıl girip de günlerce alın teri dökerek yetiştirdikleri bamyalarının acımasızca dümdüz edildiğini gördü.
Kadınlar vatanlarına göz diken düşmana karşı duracak olan asker evlatlarını nasıl yetiştirmişlerse tıpkı öyle tarlalarına girip alın terlerini hiçe sayan, ürünlerini tarumar eden işgalcilere de aynı şekilde direndiler haklı olarak.
Menekşe toprağı dümdüz eden dozerlere bağırıyordu:
“Durun yapmayın! Allah aşkına durun. Hiç olmazsa bamyalarımı toplayayım.”
Hiç acımadılar.
Bamyatarlasını dümdüz ettiler.
Dozerlerin önüne geçti bütün emekleri yerle bir edilen kadınlar.
Dozerlerin çalışmasını engellediler.
Jandarma girdi devreye.
Evlatlarını bu ülkeye jandarma olarak yetiştiren anneler şaşırıp kaldılar jandarmanın ettiğine.
Sanki terörist idiler…
Çambükü köyünün topu topu 200 dönümü biraz geçkin bamya tarlası vardı. Bir de merası. Hayvanlarının otladığı mera…
Nasıl bir kararsa artık kaymakamlık, valilik, belediye, sanayi odası sanki başka bir yer yokmuş gibi köylünün tarlasına göz dikmişti.
Neymiş efendim?
Organize Sanayi Bölgesi yapacaklarmış.
Taşova Organize Sanayi Bölgesi.
Organize olamadığı her halinden belli.
Oysa organize olabilmek için önce hammadde yetiştiren, gıda yetiştiren, tarımın organize olması ardından sanayinin organize olması ve bütüncül olarak da tarım ile sanayinin birlikte pazarı organize etmesi beklenirdi. Gelişmiş ülkeler böyle yapıyorlardı. Tarım organize olmadan, hele hele tarım arazileri gasp edilerek varılacak bir sanayi olabilir miydi?
Organize Sanayi Bölgesi yapacak o kadar yer varken Çambükü köylülerinin olmazsa olmazı bamya tarlalarını ve meralarını işgal, hiçbir akılla mantıkla izah edilemez.
Değer mi Menekşe’nin, Fadime’nin gözyaşlarına? Menekşe’nin astım hastası küçük kızının feryatları yakmaz mı sizi? Sizi ve bütün istikbalinizi? Onların gözyaşları üzerine kurulu bir organize sanayi bölgesi nasıl helal kazanç temin edebilir ki?
Kamu görevlilerinin son zamanlarda velev ki kendi müesseselerinin, ya da temsil ettikleri ilin ilçenin kamu idaresinin menfaatine yönelik idrak gecikmesi bu devleti ve mayasını bozan uygulamalara sebep oluyor.
Huzur hakları aldıkları bazı organizelerin hatırını kıramadıkları belli…
Halbuki kamu idarecisinin evvelemirde bilmesi gereken kaideler vardır.
Her şeyden önce bırakınız bir mülki amiri, herhangi bir devlet memuru bile bilmeli tarım arazileri amaç dışı kullanılamaz. Hele hele meralar kadimden beri meradır ve hususiyetleri değiştirilemez. Mesela çok övündükleri Osmanlı döneminde olsa; tarım arazilerini amaç dışı kullananlar yahut meraların üzerine mesela ev yapanlar, ya da şenlendirip meyve bahçesi yapanlar en ağır şekildi cezalandırılırlardı. Osmanlı Kanunnamelerinin meralar ile ilgili hükümleri Cengiz yasalarından alınmadır.
“Mera kadimden beri meradır ve hususiyetleri değiştirilemez.”
Kadılar bu hükme karşı merayı bozanları cezalandırırlardı.
Padişah fermanları arasında da bu kanunname hilafına uygulamada bulunanlara ağır hükümler var.
“Onun ahretteki evi de tarumar edile!”
Yani gidin o evi yıkın, bir de beddua edin ki, bu; ordumuzun bir nevi tankı olan atlarımızın otlayacağı, en mühim gıdamız olan koyunlarımızın otlayacağı meralara göz koyanlar iflah olmasın. Öbür dünyası da yansın…
Şimdi buradan uyarıyorum; Çambükü Köyü muhtarı OSB kararını imzalamadığı için el çektirilip yerine kayyum atayanlar, köylünün haklarını savunacağına, üreticinin yanında yer alacağına, tarım arazilerinin elden çıkmasını değil bizzat daha fazla üretim yapabilmesi için gayret sarfi edeceğine, meraları koruyup ıslah edeceğine birinci sınıf tarım arazilerini ve meraları organize sanayi bölgesi değil isterse saray yapsınlar onların ahretteki evleri kesinlikle tarumardır.
Bir de bu köy arazileri içinde şehitlik var.
Aman Allah’ım! Düşünebiliyor musunuz, ŞEHİTLİK!
30 Ekim Perşembe sabahı çekilen Jandarma Olay Yeri Videosu gösterecektir ki, Menekşe’nin astım hastası kızının kalbi cihanı titretiyor.
OSB olamayacak tarım arazilerinin mahkeme kararı bile beklenmeden işgali ve ürünlerin tarumar edilmesi bu devletin kaldıramayacağı büyük ayıplar arasındadır. Ayıplardan biri de meraların kişilere tahsis edilip mera hüviyetinden çıkarılıp devletin kendi çıkardığı yasayı ayaklar altına almasıdır. “Tabii bunu devletin kendisine verdiği makamı suistimal edenler yapıyor, devlet değil!” demek istiyoruz.
Bilirkişi raporları da kale alınmamış, bildiğiniz Deli Dumrul misale dalınmış çiftçinin göz nuruna…
Bir acayip çağdayız. Bize hayat veren ne varsa yok etmeğe çabalıyor sonra da ağıt yakmasını bile bilmeden geberiyoruz.
Abdurrahim Karakoç şöyle söyledi:
“Sevgi dağ zirvesi, kin dipsiz kuyu
Karıştan kısadır hayatın boyu
Şayet kirletirse toprağı, suyu
Göğsünden vururum kendi gölgemi!”
Gölge nasıl kirletir ki toprağı, suyu?
Velev ki gölgem bile olsa, onu göğsünden vururum diyor.
Allah aşkına sizde hiç insaf yok mu?
Bilirkişi takmıyorsunuz, muhtar takmıyorsunuz, hele hele kadın çiftçilerimizi yerlerde sürükleyip çocukları önünde ağızlarını kapatıp kollarını morartıyorsunuz.
Atatürk, bamya yemeğini çok severdi.
Şimdi hadnaşinas kimi mülki amirler onun anıtına çelenk koyup 29 Ekim kutladıktan sonra tam da ertesi günü dozerleri güzelim bamya tarlalarına salıyorlar, karşı koyan asker annelerini de jandarmaya ezdiriyorlar.
Cumhuriyet hamiyet idi hani?