‘BABA BENİ AFFET’

‘Babalar paltolardır; gri, yeşil, lacivert

Her pederin pederi kendi yüreğine dert’

Doğrudur. Babaların paltoları kokusu ile hatırlanır. Zira çocuk babaya koştumu, paltosunun içine saklanır. Kimi tütün kokar, kimi yün. Benim babam hastane kokardı’ diye anlatıyor babasını şair…

Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir

Mübtela-yı  gama sor kim geceler kaç saat.

Şu demeye geliyor; En uzun geceyi ne müneccim ne de zaman ölçen bilir. Gecelerin kaç saat olduğunu gam çekene soracaksın. Babasızlığın ne olduğunu da en çok babasız kalanlara, çocuk yaşta babasını kaybedenlere soracaksın.

Zamanla unutulmayan, acısı hafiflemeyen ve kabuk bağlamayan tek yara nedir diye sorsanız ‘Babasızlık’ derim. Babaların değerini cümlelerle anlatmak, kelimeler le ifade etmek ya da onlara haziran ayının ikinci pazarı gibi özel bir gün ayırmak yetersiz kalır. Belki yaşanmış bir hikaye anlatabilir ‘Babalar Günü’nde babanın kıymetini.

Gelin babaları hayatta olanlar için ibret alınacak, ölenler için rahmet dilememize vesile olacak bir güzel hikayeyi paylaşarak babalarımızı sevgi ve özlemle bir defa daha analım.

‘Evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen dayanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Yine böyle bir tartışma anında eşi bütün bağları kopardı ve ‘Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak’ diyerek rest çekti. Eşini kaybetmeyi göze alamazdı. Mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven bir eşi ve bir de çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve pek çok sorunla karşılaşmıştı. Hala onu deliler gibi seviyordu. Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu.

Yıllar önce yaptırmış olduğu kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını. Haftada bir uğrayacak, ihtiyacı neyse karşılayacak, böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı. Babasına lazım olacak bütün eşyaları hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı, kucaklayıp arabaya bindirdi. Oğlu Can ‘Baba ben de gelmek istiyorum’ diye ısrar edince onu da aldı. Yola koyuldular.

Kara kışın tam ortalarıydı, korkunç bir soğuk vardı. Kar yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik can sürekli babasına ‘Baba nereye gidiyoruz’? diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli göz yaşı döküyor, oğluna ve torununa belli etmemeye çalışıyordu. Zorlu bir yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuştu, tavansa akıyordu.

Arabadan yüklendiği yatağı itina ile yere serdi. Babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi. Tipi adeta barakanın içinde hissediliyordu. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı. Yarın gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü. Öyle üzgündü ki dünya başına çöküyor gibiydi.

O bu duygular içindeyken babası yüreğine bıçak saplanmışçasına acılıydı. Yıllarca emek verdiği büyüttüğü oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti, içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu. Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın verdiği üzüntüyle sadece seyrediyordu. Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi, yanaklarını ve ellerini defalarca öptü. Beni affet der gibi sarıldı kokladı. Artık ikisi de kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. ‘Buna mecburum’ der gibi baktı babasının yüzüne ve Can’ın elini tutup hızla barakayı terk etti.

Arabaya bindiler. Can yola çıktıklarında ağlamaya başladı. ‘Neden dedemi o soğuk yerde bıraktın?’ Der gibiydi. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu. ‘Annen böyle istiyor’ diyemiyor du. Can, ‘Baba sen yaşlandığında ben de seni buraya mı getireceğim?’ diye sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı.

Barakaya ulaştığında ‘Beni affet baba’ diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmışlar çocuklar gibi kendilerinden geçercesine ağlıyorlardı. Oğlu ‘Baba beni affet, sana bu muameleyi yaptığım için beni affet’ diye hatasını itiraf ediyordu.

Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı verdi. ‘Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın. Beni bu dağ başında bırakamayacağını biliyordum’.

Bu hikayeyi okuyan, babaları yaşayan evlatlar ne duruyorsunuz. Yüreğinizde bir pişmanlık kurşunu ile yaşamak istemiyorsanız koşun babanıza. İçinizi gözyaşlarınızla yıkayarak dökün ve o nasırlı ekmek kokan ellerini öpün öpün sarılın onlara…

Okuyucularımızın Babalar Gününü ve Kurban Bayramını En içten Duygularla kutluyoruz.