Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi
Milli şairimizin “Geçmişten hisse kapılacağı” düşüncesine masal demekte ne kadar haklı olduğunu, sel, deprem gibi felaketlerle karşılaştıkça daha çok hak veriyoruz.
İzzet Molla hiçbir şeyden ibret almayanlar için “Yorulmaktır cihanı köhneyi tamire uğraşmak” cümlesini boşuna söylememiş.
Tecrübe, insanın başından geçen olaylar değil, onlardan çıkardığı derstir. Depremlerden, yaşanan sel felaketlerinden ders çıkarmıyoruz. Nisyan ile malulüz.
Hani aslında iş cinayeti niteliğindeki iş kazaları için sorumluları sorumluluktan kurtaracak bir kılıf arandığında sıkça duyduğumuz bir cümle vardır. Takdir-i ilahi… İstanbul’da vuku bulan sel felaketi doğanın tahrip edilmesi, çarpık kentleşme, orman alanlarının ve su havzalarının yok edilmesi, dere yataklarının betonlaştırılması, yağmur suyu kanallarının yetersizliği gibi sebeplere bağlı bu felaketler için ancak takdir-i idari diyebiliriz.
Uzmanlar “Taşkının en önemli nedenin rant odaklı imar değişikliği kararları olduğunu, kentsel dönüşümün sadece üst binalar dikmekle, binlerce insanı alt yapısız yerleri göndermekle olamayacağını, önce alt yapı sonra üst yapının yapılması gerektiğini, sürekli betonlaşmaya yönelik bir düzen içinde maalesef alt yapıya ne bütçe ne de fikir ayrılmadığı için yeşil alanları sıfırlanmış bir kentte böyle sellerin olağan sayılması gerektiğini söylüyorlar.
Bir yazarımızdan okumuştum. Yazarımız, “Son yıllarda İstanbul’la ilgili yayınlar oldukça arttı. Ne diyeceksiniz?” sorusuna “İstanbul elden çıkınca kitaplara girmeye başladı.” cevabı İstanbul’un hali pür melalini anlatmaktadır.
Yıllar önce bir İtalyan mimar İstanbul’u bir de helikopterle havadan görmek istemiş. Şehri yukarıdan seyrettikten sonra;
“Bu şehri Mimar Sinan’ın torunları inşa etmiş olamaz” demiş.
Evet deprem gibi sel gibi felaketlerden sonra başımıza gelenler için hep aynı günahların hatırlarını anlatıyoruz. Yeryüzüne rahmet olarak inen yağmur İstanbul’da felakete dönüşüp, bir çok semti sular altında bırakıyor, bodrum katlarında elinde kovalarla çaresiz insan manzaraları görüyorsak, itfaiye yardıma koşmak için geldiği sokaklara giremiyorsa tahliye kanalları tıkanıyor, kanalizasyonlar patlıyorsa bunun adı takdir-i ilahi değil, takdir-i idaridir.
Konusunun uzmanı mimar Turgut Cansever “İstanbul’u anlamak” adlı kitabında İstanbul için yaklaşan felaketlere dikkat çekerken, çarpık kentleşmenin sorumlularını da eleştiriyor.
“Kent konseyi” denilen gariplikler için birbirlerine sayın demekten fırsat bulup da tek dişe dokunur söz söylemeyen insanlardan oluşan grup; Mimarı da bu memleketi müteahhitler cumhuriyetine çeviren devasa şebekenin icraatında sadece küçük bir imza, ya müteahhit ortağı ya da aklayıcısı” diye tarif ediyor.
İstanbul’da iktidar imkanlarını “muhafazakar” kelimesini sıfat olarak kullananlar maalesef iyi sergileyemediler.
Büyük paralarla satın alınan bir kaç yılda bir değiştirilen boyalı taşlarla kaldırımları döşemekle ve ana caddeleri pavyon sokağı gibi süslemekle oluşturulan rükuş kadın görüntülü çarpık kentleşmenin bir sel felaketinde içler acısı manzarasını televizyon ekranlarında hep beraber izledik.
Ne yazık ki insanımızın kahredici ihtirasının temelinde yatan, bireylerin gözünü bürümüş doymak bilmeyen bir kazanç hırsı ve hastalığına bir türlü çare bulamadık.
Depremlerde toplanma alanları olarak ayrılmış yeşil alanları AVM’lerle doldurduk. Kentleri boğan beton yığınlarıyla kalkındığımızı, doğal ve tarihi dokuyu tahrip ederek yaptığımız otoyol ve köprülü yollarla çağdaş olduğumuzu, AVM’lerle geliştiğimizi sandık.
Her yağmur yağdığında ortalığı sellerin kaplamasına engel olabilecek, bunun için tedbirlerini alabilecek atık suların denize dökülmesini sağlayacak, dereleri ıslah edecek, kanalizasyon işini kökten halledecek, şehrin imar planlarını yeniden ele alacak, yasalara aykırı yapılaşmayı ortadan kaldıracak, kaçak yapılara izin vermeyecek, şehrin genel görünümünü silüetini ve tarihi yapısını bozan yapıları ortadan kaldıracak, arsa yağmasını önleyecek, depremlerde kullanılacak toplanma alanlarını AVM’lere peşkeş çekmeyecek kendini ve adamlarını ihya etmeyi değil ülkesini ve milletini düşünerek çocuklarımızın huzur ve mutlu olacağı bir şehir ve şehirleşme hamlesini gerçekleştirecek güzel insanlara ihtiyacımız var.
Sadece İstanbul’u yönetenler değil tüm şehirlerimizin yöneticileri bir örnek betonlaşan ve şehrin kimliğini yok eden bu beton sevgisine son verip ananemizi, kültürümüzü yansıtan mahalleler ve evler ile düzensiz şehirleşmenin ülkemiz kültürünün geçmişini yok etmesini engelleyecek bir şehircilik hamlesini görmek istiyoruz.
Zira yüce yaratıcının insanoğluna emanet ettiği kainat ve onun hüsnü muhafazasında ve güzel hale getirilmesinde bireylerin “korumak ve güzelleştirmek” gibi ortak sorumluluğu vardır.