Rüsüm-ı Lutf u kerem halk içinde mensidir. Fakat alıp verilir bir selam kalmıştır.    Nabi (İnsanlar arasında iyi niyet, kerem unutulmuştur. Ama hiç olmazsa arada henüz alınıp verilir bir selam kalmıştır)

Abdürrahim Karakoç yalnızlığı şiire dökmüş. ‘Bir aşk bulsam, yağmurunda ıslansam/Bir dost bulsam, irfanında beslensem/Bir dağ bulsam, sinesine yaslansam/ Yalnızlığım biter m’ola bilmem ki…

Doğduğu çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği topraklara özlem duyarak, emeklilik hayatını anne ve babasının mezarları bulunan ilçede geçirmek üzere oraya yerleşen bir hemşehrimizin ölümündeki yalnızlığı hatırladık Karakoç’un satırlarında.

Taşova Gazetesi ölümünü haberleştirmişti. Cenazesine 30 kişi mezarlığa 19 kişinin katıldığını yazarak. Yunus Emre’nin garipler için söylediği dizelerini hatırladık onu defnederken; Bir garip ölmüş diyeler/Üç hafta(!) sonra duyalar/Soğuk su ile yuyalar/Şöyle garip bencileyin. Gençlik arkadaşlarından, ilçenin idarecilerinden de kimse yoktu cenazesinde. Oysa geleneğimiz göreneğimiz düğün cenaze varsa bahane olmaz, ne olursa olsun gideceksin deniyordu eskiden.

Bu üzücü olay yaşanmış bir anektodu anımsattı bize:

‘İletişim Fakültesinde bir imtihan son sınıf öğrencilerine final sınavında bir soru soruluyor 50 puanlık. Öğrenciler tüm dersleri yalayıp yutmuş. Mezun olacaklar. Soru şu ‘Beş yıldır bu okuldasınız. Her sabah koridoru ve sınıfı temizleyen o hizmetli kadının adı nedir?’

Öğrencilerden biri sınav kağıdına şöyle yazmış:

‘Hocam, size çok bozuldum. Zira ne sorarsanız cevaplayacakken şimdi sınavdan kalıyorum. Ama şunu fark ettim. Hocalarımızdan birinin adını, soyadını memleketini tuttuğu takımı sorsaydınız bilirdim. Çünkü onlarla çıkar ilişkim var. Ben o kadını yıllardır görüyorum ama bir kere yüzüne bakmadım.

Ben öyle bir adammışım ki çıkar ilişkim yoksa insanların suratına bakmıyor, selam vermiyormuşum. Söz veriyorum, sınavdan sonraki ilk işim o kadının adını öğrenmek, her sabah ona adıyla selam verip günaydın demek olacak. Hocam, dersten kaldım ama sağ olasın.’

Bunu yazan öğrenci 50 üzerinden 50 puan alıyor.

 Bu memlekette, bu ilçede bu toplumda eleştirdiğimiz şeylerin bir parçası da biziz. Şikayet ederek kendimizi temize çıkarıyoruz ve problemleri başkalarının üzerine yıkıyoruz. Durumu düzeltmek için hiçbir eylemde bulunmuyoruz.

  Hayatımızda olan değişimi fark eden bir yaş grubundayız. Değişime halden şikayetten başka yaptığımız bir şey de yok. Bu ilçe bu mahalle bu sokak bizim demenin heyecanını yitirdik. Çocukluğumun ilçesini hatırlıyorum. Halkı birbirine bağlı, kederi ve neşeyi paylaşan Yunus’un ‘Bir hastaya vardın ise/Bir yudum su verdin ise/Yarın onda karşı gele/Hak şarabı içmiş gibi.   Mısralarındaki manayı yaşayan, dostlukları, arkadaşlıkları pamuk ipliğine bağlı olmayan, bir fincan kahvenin hatırını sayan, bu geleneğini sürdüren iş ve ticari ahlakını bilen esnafımız bir toplumumuz vardı.

 Misafirsiz sofraların üzüntüsünü yaşayanların sayısı gün geçtikçe azalmaktadır. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardı sözü tarihe karıştı, dostluklar arkadaşlıklar pamuk ipliğine bağlanmış çabuk kopmaktadır.

 Çocukluğumun evini hatırlıyorum. Odanın ortasında yanan bir soba üzerinde kaynayan bir tencere yada güğüm. Dede nine amca eş ve çocukları kalabalık bir aile. Ne zaman ki ayrıldık ıssız odalara çekildik yüz yüze bakmayı unuttuk. Şimdi herkesin elinde bir oyuncak var. Yanımızdakilerle değil de uzaktakilerle iletişimdeyiz. Sohbeti unuttuk.

 Evler sade, hayatlar sadeydi. Evlerimiz modern hayatın getirdiği eşyalarla dolu değildi. Kenarları dantelli havlularla elin yüzün kurulandığı bir saadet devrini geride bıraktık. Aynı kaptan yemekten vazgeçtik bir çeşit yemekten fazlasını görmeyen bir nesilden üç beş çeşitten azını kabul etmeyen bir nesle dönüştük.

 Bütün başarıyı paraya bağladık. Bir değeri ifade için kullandığımız beş para etmez lafı bize aittir. İşi eşi parası olan başarılı, bunlar yoksa başarısız.

Niçin yazma ihtiyacını duyuyoruz. Gayemiz güzel laf etmek, berceste beyitlerle hava atmak değil. Derdimiz yazdıklarımızı dostlarla paylaşmak, yazdıklarımızdan okuyanlarımızın hissesi olsun diye. Yoksa şimdilerde bilgiye ulaşmak zor değil, bir tuşla istediğini öğrenme kolaylığı var. Yazmamızdaki saik ‘Sizi defnettikten dönen insanlar, yolda hakkınızda ne söylensin istiyorsanız, ona hazırlık yapmak üzerine’ bir amaçla yazılıyor.

Aslında yazdıklarımız Deniz Yıldızı hikayesidir:

‘Binlerce Deniz Yıldızının karaya vurduğu bir kumsalda adamın biri Deniz Yıldızlarını Denize atma çabası içindeymiş. Başka bir adam da bunu görerek senin bu çaban neyi değiştirecek ki diye sormuş: O da eline bir Deniz Yıldızı alıp denize fırlatarak bunun için çok şey değişti demiş…’

Yani yazdıklarımız kaç kişiye ulaşır kaç kişi okur bilemeyiz ama okuduklarımızı, bildiklerimizi dostlarla paylaşmak güzel şey. Bir kişiye ulaşmak bir Deniz Yıldızının denize ulaşması gibidir.

Yazımıza şair Nabi’nin dizeleriyle başladık, Samiha Ayverdi’nin cümleleriyle ve de temennisini paylaşarak son vermek istiyoruz.

‘Selamlaşmak gibi mimarisi son derece basit, fakat kurduğu köprü gayet sağlam olan göreneklerimiz dahi cemiyet hayatımızın akışı içinden silinip kurumuş bulunsa da, gök kubbe altında cihana nam salmış Türk merhameti ve şefkatinin bütün müesseselerimizde yaşayacağı günü hasret ve iştiyakla beklememizden daha tabii ne olabilir’

Görmek ve yaşamak dileğiyle…