Geçen haftaki yazımızda Şair Nedim’in;

Kaani o giceler o tarablar (eğlenceler) teraneler (şarkılar)

Ey def anıp o zevki döğünmez misin dahi.

(Hani o geceler… o eğlenceler, o şarkılar…Ey tef!

O zevki anıp bir daha döğünmeyecek misin) dediği gibi biz de mazinin güzelliklerini anmış döğünmüştük.

Bu hafta türkülerimizi paylaşmak istiyoruz okuyucularımızla. Türkünün ne olduğunu bu topraklarda yaşayan kulağı nağmeye hassas herkes bilir. Türkülerle büyüdük, onları ilkokul öğretmenlerimiz sevdirdi bize. Türküler sözleri ile hem de ezgileriyle gönül telimizi titretmeye devam ediyorlar. Yaşları elliyi devirenler milletin müzik öğretmeni Muzaffer Sarısözen’i radyolu yıllardan iyi tanırlar. Radyolarda dinlediğimiz bir çok türkümüzü milletimize sevdirerek öğreten Sarısözen Hoca “Milli birliğimiz bağlamanın telleri arasındadır” diyerek de gönüllerimizi birleştirmiştir.

Ressam Şairimiz Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “Türkülerin Dolusu” şiirinde türkülerimiz en güzel tarifini bulur.

Ah bu türküler/Türkülerimiz/Ana sütü gibi candan/ Ana sütü gibi temiz/ Ah bu türküler köy türküleri/ Ne zaman bir köy türküsü duysam/ Şairliğimden utanırım.

Ahmet Hamdi Tanpınar “Anadolu’nun romanını yazmak isteyenler ona türkülerinden gitmeli” diyordu. Anadolu’nun her şehrinin her kasabasının muhakkak bir türküsü vardır. Önce türküleri tanıtır buraları.

“Kalbe dolan o ilk bakış/Unutulmaz unutulmaz” diyor. İlk sevgilinin yeri ayrıdır. Şarkılar da türküler de sevdiğine kavuşamayanların gönül kırıklıklarıyla doludur. Behçet Necatigil’in “Gizli Sevda” şiiri böyle bir hikayeyi anlatır;

Hani bir sevgilin vardı/Yedi sekiz sene önce/Dün yolda rastladım/ Sevindi beni görünce.

Sokakta ayak üstü/ Konuştuk ordan burdan/ Evlenmiş çocukları olmuş/ Bir kız bir de oğlan.

Seni sordu/ Hiç değişmedi dedim/ Bildiğin gibi/ Anlıyordu.

Yine Cahit Sıtkı’nın “Git getir eski sevgiliyi Beşiktaş’tan” demesi de bunun gibidir.

Türküler okuma yazmanın az, iletişim ve haberleşmenin sınırlı olduğu zamanlarda millete bırakılan sesli mesajlardır.

Torosların Şairi Karacaoğlan’ın türküsü; “Mecliste arif ol kelamı dinle/El iki söylerse sen birin söyle/Elinden geldikçe iyilik eyle/ Hatıra dokunup yıkıcı olma.” Sözleriyle nasihat veriyor.

Anadolu’da her evin kapısı gurbete açıldığı için her ev hasretle yollara bakar. Gidenler geçim için ya İstanbul’a ya Almanya’ya gitmiştir. Yine ulaşımın iletişimin zor olduğu o eski yıllarda gurbet çetindir, arada yüce dağlar vardır. Haber almak imkansızdır. “Kör olsun gurbeti icat edenler” türküsü boşa yazılmamıştır. “Ölüm ile ayrılığı tartmışlar/Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık.” “Ölüm Allah’ın emri/Ayrılık olmasaydı.”

Gurbete giden eşinin oradaki güzellere kapılırsa korkusu söze dökülüp türkü olarak söylenmiştir. “Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun/ Gördün güzelleri beni unuttun” Belli ki bu korku yersiz değildir. Gidip de gecikenler bu korkuyu beslemektedir. “Yarim sen gideli yedi yıl oldu” çığlığı boşuna değildir. Yine “Tez gel ağam tez gel eylenmeyesin/Elde güzel çoktur evlenmeyesin” bu gerçeği dillendirmektedir.

Kına türküleri ağıt gibidir, yanıktır. Baba ocağından anne kucağından ayrılan kızın, evinden ayrılıp gurbete giderken kahırlı sözler dökülür dilinden. Yakınlarından bir kısmeti çıkmayışına üzülür. Gurbete gidişini onaylayan babaya sitemlidir;

“Baba kızın çok muyudu/ Bir kız sana yük müyüdü/Kırılası akrabalarım/ Hiç oğlunuz yok muyudu.

Türk halkının dualarından biri de; “Oğlun ile ordu olasın, kızın ile komşu olasın”dır. Kader her zaman cömert davranmadığı için “Kaderim yok gurbet ele sattılar” sözü insana hüzün verir. Burada satmak sözü başlık parasını hatırlatsa da kastı gelin etmektir.

Yine eski zamanlarda gurbete gidenlerin baba evini ziyareti zor olduğundan gurbete gelin gidenler için “Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler” türküsü kına gecelerinde özellikle söylenip bu türkü ile acı dile getirilir, ağlaşılır.

Toplumun bazı kesimlerinde gelin “Elkızı” olarak horlanır, evin işlerini yapan bir hizmetçi muamelesi görür. “Burçak Tarlası” türküsü bu kusurumuzun somut bir delili olarak söylenen türkülerimizden biridir.

Yanmak kelimesinin mecazi anlamından birisi aşık olmak manasına gelir. Aşık olan için filana yangın veya feşmekana yanık derler. Türkülerimiz bunların güzel örnekleriyle doludur. Rahmetle analım değerli hemşehrimiz Arif Meşhur’un söylemiş olduğu “Bir güzelin hasretinden ahından/Tutuştu her yanım yandı ha yandı.” Diye inleyen türküsü buna en güzel örnektir.

Mahsuni’de ki çilenin ağırlığı ancak bu kadar güzel tarif bulabilir. “Sermayem derdimdir, servetim ahım”

Neşet Ertaş Usta tatlı saz çalmanın sırrını veriyor: “Her çalan saz çalar datlı çalamaz/Yar aşkı bağrında nar olmayınca”

Ve bizim türkülerimizde bir de “Gönül” kelimesi vardır. Hani alçak kelimesini yerden alıp “Alçak Gönüllülük” haline getiren. Türkülerimizde kalp ve yürek kelimesinden daha çok “Gönül” kelimesi geçer. Orhan Baba’nın “Uslan artık deli gönül”, Müslüm Gürses’in “Gönül”ü, Hüseyin Turan’ın “Gönül Gönül Deli Gönül”, Edip Akbayram’ın “Aldırma Gönül”ü, Neşet Ertaş’ın onlarca “Gönül” sözcüğü geçen türküleri, türkülerimizin gönül zenginliğini çağrıştırırlar.

Şair Ali Akbaş “Bizim Türküleri” şiir diliyle anlatır;

“Bağlama dediğin üç tel bir tahta

Ne şaha boyneğmiş, ne taca, tahta

Tüm dertleri özetlemiş bir ah’ta

Bozkırda naradır BİZİM TÜRKÜLER”

Ve türkülerimiz öylesine sevilmiştir ki bazı şairlerimizin vasiyeti olmuştur. “Sazımı asın duvara, Türkülerle gömün beni”

“Ne güzel türküler yakarmış eskiler!

Her türkü tek başına bir tarih sanki”

Türkülerle kalın…

NOT: Çağpar Caddemizin değerli esnaflarından güleç yüzlü, alçak gönüllü büyüğümüz sevgili Cevat Önder ağabeyimizi kaybettik. Allah’tan rahmet diliyoruz. Mekânı cennet olsun. Önder ailesinin ve sevenlerinin başı sağolsun.