Hırçın bir yel eserdi Sakarat Dağının çatısından Engüles’e ve mis gibi bir kekik kokusu sarardı vadiyi bir baştan diğer başa.

Avuluktan aşağı dar vadilerden şırıl, şırıl akan Elekci deresi ve onun ters istikametinde gökle yerin nerdeyse birleştiği Cami depesi.

Çal Babanın oğluyla koyun, koyuna yattığı mezarlığı annaklardı uçsuz bucaksız vadiyi Eysel Babayı, Iravağı, Kara Babayı selamlardı en içten duygularla.

Boğalu bizim oralarda hayat demekti ve ondan ayrı bir hayatın pekte bir anlamı yoktu.

Boğalu bizim oralarda yaşamın ta kendisiydi ve onsuz bir yaşam asla düşünülemezdi.

Boğalu bizim geçmişimiz, bugünümüz ve geleceğimiz demekti ve içtiğimiz su yediğimiz ekmekti.

Boğalu bizim için hürmet demekti, bu hürmet tek mezerin orda başlar ve asla bitmezdi.

Boğalu bizim için gurbet demekti, gözümüzde tüten, içimizde kor olup yanan.

Vel hasılı kelam Boğalu biz demek, biz demek Boğalu demekti hemde o biçim.

Gidenlere rahmet, galanlara selam olsun

Sürçi lisan ettimse affola.

Yaylam Selam Olsun Boğaluya

Boğalunun başı duman

Güne bakar, güne bakan

Hasret kokar buram, buram

Asfalt olmuş eski cılgam

Gidem derim hayli zaman

Gurbettir payıma kalan

Koymaz ekmek,geçim kavgam

 

Selam olsun sana yaylam

Yemyeşildir şimdi obam

Kaval çalar orda çoban

Koyun otlar kuzuyunan

Kekik kokar Cami tepem

Bir ah etsem duyar Mevlam

Bitse ömrüm, bitmez sevdan

 

Hakkı Biçer

İstanbul