Bir yazarımızın 2020 için ‘En kötü yılımız böyle olsun’ diye başlık attığı yazısı aklımıza Bektaşi’nin Şarap fıkrasını getirdi. Bilenler bilir; Bektaşi’ye iki küp şarap getirmişler ve sormuşlar. –Erenler bu şarabın hangisi daha iyi? Bektaşi birinci küpten bir fırt çeker ve yürür. Arkasından, erenler ikincisinin tadına bakmadınız diyenlere ‘Bundan daha kötüsü olmaz’ Der. Sayın yazara biz de bir ilavede bulunalım, 2020 den daha kötüsü olmaz inşallah diye düşünürken 2021 yılına yine can sıkan olaylarla başlıyoruz.

Boğaziçi Üniversitesi; kapılarına vurulan kelepçe, kayyum rektör atanması, intihal, siyaset, gözaltılar, ev baskınları ile ülke gündeminde. Boğaziçi üniversitesi ülkemizin 157 yıllık geçmişe dayalı, saygın gelenekleri olan en prestijli kurumlarından biri…

Bu üniversitemiz 150. Yılını kutladığı 2012 yılında kamu üniversitelerinin hangi ilkeler çerçevesinde şekilleneceğine dair bireylerin erişimine açık, bilimsel olarak özgür ve bağımsız, idari ve mali anlamda özerk, katılımcı ve hesap verebilir kurumlar olmasını ön gören senato kararı almışlar. Boğaziçililer bu ilkelerin garanti altında alınmasını sadece kendi kurumları için değil bütün üniversiteler için talep etmişler.

Bugünde hocaları öğrencileri ve mezunlarıyla Boğaziçi camiası tepeden inme şeklinde okulun başına atanmış değil seçilmiş rektör istiyor. Üniversitenin Akademik özerkliğini, bilimsel özgürlüğünü ve demokratik değerlerini ihlal eden bu uygulamayı kabul etmeyeceklerini Boğaziçi Üniversitesi gibi özelliği olan bir kurum, kendi içinde rektör olabilecek 200’e yakın Profesör varken dışarıdan yapılan bu atamayı siyasi bularak dünyada eşi benzeri olmayan bu rektör atama sistemini öğrenciler ve hocalar kırıp dökmeden tepki koyarak demokratik haklarını kullanıyorlar.

Boğaziçi Üniversitenin hocalarını ve öğrencilerini televizyon ekranlarından izledik ve dinledik. Öğretim görevlisi;

‘Dünyanın hiçbir medeni demokratik ülkesinde kimseye danışmadan, kimsenin fikrini almadan bu şekilde bir rektör atanmasının yapılmadığını, Almanya, İsveç, İngiltere gibi ülkelerde rektörlerin, öğretim üyeleri öğrenciler Akademik personel katılımıyla saydam ve katılımcı bir süreçle seçildiğini, İsveç’te rektörün 15 ay süren bir süreçle atandığını, demokratik ülkeler rektörleri Üniversitenin idari, yönetsel, akademik ve etik lideri olarak görüp değerlendirdiklerini, üniversiteleri banka şirket gibi bir kuruluş değil akademik bir kurum olarak gördüklerini ve de partiliyi hiçbir yerde rektör yapmadıklarını, sorunu kişisel olmadığını ve Üniversiteye yakışan bir rektör atama sistemi istediklerini dile getirdi’.

Öğrencilerde  kendilerine isnat edilen terörist suçlamasını haksız bir itham gayrı ciddi bir iddia hatta hakaret olarak değerlendirip ‘Terörist değiliz’ başlığıyla güzel cümleler kurarak kendilerini savundular ve de ‘Sabahın alaca karanlığında gelenin sütçü olduğundan emin olduğunuz rejimin adıdır demokrasi’ tarifine uymayan bir muameleyle evlerinden elleri arkadan kelepçeli nezarete götürülmelerinden çok korktuklarını söylediler 20 yaşındaki geleceğimizin teminatı genç yavrularımız…

Üniversitelerimizde ne zaman bir hareket olsa herkeste aynı endişe. Yine başladır. Başlayan ne. Bir güzide üniversitemizin öğretim görevlerinin ve öğrencilerinin tayin edilen rektörü istememeleri.

Endişe kuşku elbette haksız değil. Toplum 1968’de başlayan 1980’de noktalanan o acı günleri kolay kolay unutamıyor. Toplum bunları masum öğrenci hareketi olarak gördü ‘Böyle başlamıştı’ diye değerlendirdiği için bu endişe ve kuşkuları hoş görmek gerekir. Lakin olaya bir başka açıdan bakmak zorundayız. Toplantı ve gösteri demokratik rejimlerde insanların vazgeçilmez haklarındandır. Eğer bunlar kanuna uygun yani içinde şiddet olmadan yapılıyorsa bundan kimsenin endişe duymaması gerekir. Toplantı gösteri yapılacak ve devlette yapanların haklarını koruyacaktır devlet o zaman devlettir işte.

Yeni tabir ile z kuşağı gençleri o günleri bilmez. 1968 olayları masum ve haklı bir istek ‘Kitap sorunu’ ile başlamış 12 yıl sonunda 1980’de ne hale geldiğini millet olarak cinayetler, bombalar, terör ve anarşi olarak görmüştük kaç kuşak gitti. Ölenler, sakat kalanlar, asılanlar, ömrü hapiste geçenler…

Kanunları, tüzükleri, yönetmelikleri beğenmeyebilirsiniz. Bunların değişmesi için ilgili mercilere başvurabilirsiniz. Ama şiddete asla. Çünkü şiddet ekenin şiddet biçtiğini biliyoruz. Ocaklar söndüren tecrübelerden sonra. Bu tecrübelerden gençlerin ders almadığını söylemek onlara haksızlık etmek olur. Çünkü üniversiteli gençler yaşananlardan ders almışlar, geçmişin acı günlerini yaşayan gençler kim bilir neredeler ama yöneticiler, ülkemizi idare edenler sizler yine aynı yerlerdesiniz. Siz devletsiniz bugün gençlerden daha tecrübelisiniz. Gözleriniz çok şeyler gördü. Boğaziçi üniversitesinin rektör atanmasına da bir çözüm bulunuz. Diyeceksiniz ki ‘Rektör bahane’ bunun altında başka şeyler yatıyor. Diyelim ki öyle. Ama sizin göreviniz sorunlara çare bulmak, anında çözmek. Her sorun bir çözüm gerektiriyor. Bulmak zorundasınız konuşarak,düşünerek, uzlaşarak…

Bu gençler memleketimizin geleceğidirler. Bu gençleri gençlikleri delikanlılıklarıyla anlamak zorundayız. Dışarıdan genç ithal edecek halimiz yok. Bu memleket onların. Biz bugün bu gençlere sahip çıkmazsak yarın sahip çıkanları şikayet hakkımız olamaz. 1968’den bu yana kaç kuşağı feda ettik yetmedi mi?

İbret almayı ne zaman öğreneceğiz. Hala Mehmet Akif’in dediği yerdeyiz.

‘Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar

Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi’