Biz kahve milletiydik. Geçmişte kazanında sözlü kültürün kaynatıldığı, demliğinde ortak hatıraları, güncel konuları demlendiren, fakiri zengini bir arada kenetleyen bir cemiyet odağı olan kahvehanelerimiz vardı ve bu mekânlarda yapılan muhabbetin nişanesi çaydı.
Kültürümüze, edebiyatımıza semaveriyle ilahilere şarkılara konu olmuş, sabah kahvaltısını çorbayla yapan halkımızın bu köklü alışkanlığına son vererek kahvaltının ve günün tek içeceği çay bize 1800’lü yılların sonunda gelmiş.
Ana vatanı Çin olan çaya kültürel kimliğini Japonya kazandırmış. İngiltere çay borsasının merkezi olmuş, geleneksel hale getirdiği pastalı-kekli “beş çayları” ile çayı vazgeçilmez içeceklerden biri haline getirmiş hatta ikinci dünya savaşının ünlü İngiliz generali Çörçil “Bizim askerlerimiz için çay, cephaneden daha önemlidir.” Sözleri İngiltere’de çaya verilen önemi anlatır.
Çinlilerin “ Bir cinayet bağışlanabilir ama çay servisinde ki kusur bağışlanmaz” sözü çaya verilen değeri yansıtır.
Çay’ın ülkelerin kültüründeki yerini o ülkenin diline yerleşmiş olan deyim ve atasözlerinden de anlayabiliyoruz; mesela Japon dilinde heyecanlı kişiler için “çayı fazla”, vurdumduymaz insanlar için de “çayı eksik” deyimi kullanılırmış. İngilizler çaya olan düşkünlüklerini “cennete giden yol, çaydanlığın yanından geçer” gibi ilginç atasözleriyle ifade etmişler.
Dünyada İngiltere ve Kuzey İrlanda’dan sonra en fazla çay içilen bizim ülkemizde de çayla ilgili bazı deyimler vardır; mesela “çaylar şirketten” masrafların birileri tarafından karşılandığını, “çay simitle karın doyurmak” yoksulluğu fakirliği, “çay parası” az miktar parayı ifade eden deyimlerdendir.
Günlük yaşantımızda çayın önemli bir yeri vardır. Güne çayla başlanır, çayla devam edilir. İş yerine gelen dostlara ilk sorumuz çay içer misin olur. Günümüzde de kahvehanelerde kahve sadece isim olarak kalmış kahvenin yerini çay almıştır.
Şair ve yazarlarımız da çaya olan düşkünlüklerini yazıya dökmüş şiirler yazmışlardır; Necip Fazıl “Zindandan Mehmed’e Mektup” şiirinde çay ile zaman bağı kurar.
Çaycı getir ilaç kokulu çaydan
Dakika düşelim senelik paydan
Karıştır çayını zaman erisin
Köpük, köpük duman erisin
Atilla İlhan; İstanbul’da çay denince akla ilk gelen Emirgan’ı mekân olarak seçmiş “ Emirgan’da Çay Saati” ismini taşıyan şiirinde;
Bir çay yalnızlığı Emirgan’dan öteye
Değdikçe ısındığı yaldızlı bardağın mısralarını yazmış.
Ahmet Turan Alkan Sivas’ı anlattığı “Altıncı Şehir” kitabında bir kahvehaneyi ve orada kıtlama içilen tavşankanı çaylardan bahseder.
Bir köşede Sami, elinde bir kerpeten
Hababam tepeler kelle şekerleri
Nerde o eski tiryakiler
Kıtlama çay içen mi kalmış, tek tük…
Edebiyatımızda en ünlü çay tiryakisi olan Ahmet Haşim’in ömründe hasret duyduğu tek şey bir semavere sahip olmakmış…
Ve Amasya dendiğinde akla elma ile birlikte ilk semaver gelir. Baharın başlangıcında bağ evlerinde dumanı yükselen, karayolunda meyve satıcılarının alıcılara ikram etmek üzere dumanı daim tüten, bakırcılar çarşısında ticari bir meta olarak alıcılarını bekleyen yöreye özgü tunç, teneke, yerli yapım bakır semaverler Amasya evlerinin de demirbaşıdırlar.
Amasyalı iflah olmaz bir çaykeştir. Ona göre çay “ince belli” ve “kravatlı” olmalı, demli olarak ikram edilmelidir. Kravat bardağın yanına konulan bir kesme şekerdir. Ayrıca tiryakiler için çayın “leb renk, leb suz ve leb riz” yani demde dili buracak, bardak ağzına kadar dolu ve çay dudağı yakacak derecede sıcak olacak.
Eski tiryakiler Amasya evlerinde teneke semaverlerde “leb renk, leb suz ve leb riz” dedikleri “Şerait-i selase-yi cami” yani bu üç özelliği barındıran çayı ince belli bardaklar içinde samimi alemin müdavimlerine ikramdan haz duyarlardı. Misafire bardağın her boşalışında “bir çay daha alır mısınız” diye sorulmazdı. Çay kaşığı bardağın üzerine kapalı olarak bırakılmış ya da bardak yatırılmışsa bu “yeter daha içemem” anlamına gelirdi.
Çay sohbetlerinde küçük cam bardaklar tercih edilir, sessizliğin bozulmaması için çay kaşığı kullanılmaz çaylar kıtlama içilir ve de semaver kaynarken ilahiler okunurmuş. Semaverin kaynarken çıkardığı sesler aşığın inlemesine benzetilirmiş.
Çay sadece bizim edebiyat dünyamızda değil, dünya edebiyatında da yerini almıştır. Çay tiryakisi edebiyatçılar ilhamlarını çaydan alarak ve çayı “ruh banyosu” olarak tanımlayıp, çay masalarını kalpten kalbe muhabbetin yeri olarak tarif etmişlerdir.
Şu soğuk kış günlerinde Anadolu’nun muhtelif yörelerinde bir sobanın etrafına dizilmiş, tavşankanı çayların içildiği her kahvehanede, çay ocaklarında çayları tatlı kılan sohbeti şenlendiren muhabbettir.
Ez cümle ikram edilen ve beraber içilen ÇAY; ister Çin’de sade haliyle, Araplarda şekerle kaynatılarak veya İngiltere’deki gibi üzerine süt ekleyerek ya da Rusların yaptığı gibi içerken limon ilave ederek, Hintlilerin yaptığı gibi süt ve şekerler kaynatarak yani hangi usulde olursa olsun;
“Paylaşıldığında çoğalan mutluluğun, dostluğun, sohbetin, muhabbetin sıvıya dönüşmüş halidir.”
Çayyaş ve çağdaş dostlarımızın çay muhabbetleri daim olsun…