İnsana ait olduğu tarihin kıymetini, güzelliğini idrak ettiren o müstesna mekanlar çocukluğumuzun sokakları, mahallemiz insanımızı ailesine komşularına muhabbetle bağlayan o güzelim gelenekler görenekler ananeler hepsi mazide ve gönüllerimizin, hafızalarımızın bir köşesinde kaldı. Bir bakıyoruz şirin ilçemiz Taşova’mızın kucağında büyüdüğümüz yetmiş küsur yıl bir rüzgar gibi gelip geçmiş. Aklımızda baki kalan hüzün ve tahassürle andığımız çocukluğumuzun bayramları…
Çocukluğumuzun bayramlarını hep hüzünle hatırlarım. Bayramlar biz çocuklar için pek neşeli geçerdi. Bu neşe sokak komşularımızı ziyaret edip topladığımız şekerlerden ya da cebimize sıkıştırılan küçük harçlıklardan ziyade bayramlarda giydiğimiz yeni elbiselerden, yeni ayakkabılardan ileri gelmekteydi. Kurban bayramlarının Ramazan bayramından ayrı bir özelliği vardı. Kurban bayramları evimizin bahçesinde üç gün boyunca kendi elimizle besleyip su verdiğimiz, iyice alıştığımız o güzelim kıvırcık yünlü koyunun gözümüzün önünde kurban edilmesine çocuk gönlümüz razı gelmezdi ve yağmurun yağdığı her Kurban bayramında rahmetli babaannem yağmuru “Kurbanın gözü yaşlı olur” veya “Cenab-ı Hak Kurbanların kanlarını silmek için yağan bir rahmet” olarak görür ve öyle değerlendirirdi.
Evet çocukluğumuzun hatta gençliğimizin bayramları sevdiğimiz akraba ve dostlarla buluşup muhabbet ve sohbet etmemize hal hatır sormamıza vesile olan iple çektiğimiz sayılı günlerdi. Ve de bizim yaşadığımız bayramlarda “Aman bu bayram kafamı dinleyeyim” zihniyetiyle kendini bayramdan ve bayramın manevi sorumluluğundan uzak tutan bir tek kimse yoktu. Fırsat bu fırsattır diyerek kimse kafa dinlemek bahanesi ile tatili düşünmezdi. Dışarıya kaçış sıla-ı rahim üzerine olurdu. Bu nedenle bizler eski bayramları nesli tükenmekte olan bu vasıftaki insanların git gide azalması nedeniyle hüzünle yad ediyoruz.
Ahmet Yüksel Özemre “Geçmiş Zaman Olur ki” kitabında Üsküdar’daki bir attar dükkanından bahseder ve bu dükkanı “Nice sohbetlerin, nice dostlukların, nice himmetlerin, nice hayırların, nice tefekküre şayan ibretlerin, nice füyuzatın, nice manevi tohumların ve nice irşadların sebebi ve mihveri olmuştu. Neyzen Niyazi Sayın, bir gün bana, bu dükkanın rahmani füyuzatının sebep olduğu maddi ve manevi müktesebatını hamd-ü şükranla adeta gönlümü okuyarak, yad ederken: “Yükselciğim, biz bu dükkandan geçmemiş olsaydık şimdi yedi dükkan süprüntüsünden beter olurduk” diye anlatıyor.
Bizim çocukluğumuzda da “Sühaların bahçe” veya Doktor Selahattin Bey’in evinin bahçesi biz çocukların arkadaşlık yaptığı, oyun oynadığı, anlaştığı birlikte gezip dolaştığı, çocukluk hislerimizin ortak yanları olduğu, birbirimizi anladığımız bir arkadaşlığın yaşandığı oyun mekanıydı o bahçe.
Yıllar sonra çocukluğunun geçtiği Taşova’ya eşiyle gelen Doktor Selahattin Bey’in oğlu Bülent’e ziyaretime geldiğinde ben de “Bülentçiğim bizim sizin bahçede beraber oynadığımız arkadaşların her biri bu gün bir meslek sahibi olmuşsa bu sizin o oyun bahçesinin feyzine borçlu olduğumuzu söylemek isterim” demiştim.
Çünkü çocuklar nerede oynuyorsa orda okul var demektir. Rahmetli Süha bundan elli yıl evvel o bahçede maket uçak yapıp uçurmuştu. Bizler o bahçede oynarken hak ve sorumluluğu öğrenmiştik. Yarışmalı oyunlarla öz bilincimizi geliştirmiştik. Bazı oyunlar olmasaydı ne “Ben” ne de “Bizi” öğrenebilirdik. Başkalarını sevmeyi, başkalarını saymayı oyunlara borçluyduk. Oynamanın oyunların en güzel armağanı hoşgörü denen erdemi öğrendik biz o bahçede.
Yıllar önce bir bayram günü Tekel’in önünde çekinmiş olduğumuz o bahçede oynayanların poz verdiği siyah beyaz bu resim çocukluğumuzun bayramlarını ve Şükrü Erbaş’ın dizelerini hatırlattı bizlere. Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim/Ne bir ortak sevincimiz kaldı sizi çoğaltacak/ Ne bir içten dostunuz var acınızı alacak/ Unuttunuz nicedir paylaşmanın mutluluğunu.
Yazımızı şair Karakoç’un çocuklara olan nasihati ile nihayetlendirelim.
Çocuklar gözünüzü açın
Gün gelir iş işten geçer
Çember çevirmeyi unutmayın
Yapı aralıklarından bakmayı.
Yaşlananlar çocukluk çağlarına sığınırlarmış. Biz de öyle yaptık. Ne olur beni de alın koynunuza hatıralar şarkısını mırıldanarak.
Her gününüzün bayram lezzetinde geçmesi niyazıyla…
Soldan Sağa: Necmi Konak, Naci Konyar, Süha Solakoğlu, Ünal Şenel, Bülent Solakoğlu
Oturanlar: Hasan Konyar, Hasan Kıymet, Cemalettin Tural