Herkesin bir dayısı olmalı bu dünyada.

Siyasi anlamda olmasa da dertleşebileceği, sohbet edebileceği, destek alabileceği, eğleneceği ve üzüntülerini paylaşabileceği bir dayısı.

Yanına geldiğinde güvenebileceği, ayrıldığında özlem duyacağı bir dayısı.

Duruşuyla, yürümesiyle, karizmatik gülüşüyle, giyinme şekliyle, ataerkil güdüleriyle bir dayısı.

Sakinleştirici, arabulucu, adalet dağıtıcı, çözüm odaklı ve bilgiye açık yapısıyla, küçüğünden büyüğüne herkesi dinleyebilen bir dayısı.

İşte böyle bir dayısı olmalı herkesin.

Nedeni, “dayı” sözcüğünün etimolojik tarihinde yatıyor belki. Taaa, insanlığın yaradılışına, insanların ilk toplum bilinciyle yaşama kültürüne kadar gider bunun nedeni.

Türk kültüründe de ayrı ve çok özel bir yeri vardır dayının.

Bir kere öz Türkçedir.

Uygurca’da “tagay”, Kıpçak Türkçesinde “tay/tayı”, Dede Korkut kitabında “dayı” olarak geçer. Her üç dilde de dayı, annenin erkek kardeşi anlamındadır. Ancak dayı sözcüğünün semiyotik ve kültürel anlamı çok daha derindir. Çünkü insan, bulunduğu kültürel yapı içinde aidiyet hissine ve köken bilincine sahip olmak ister. Bu çerçevede akraba ilişkileri önemli rol oynar. Yaygın bir inanışla toplum, ana soyundan ürer ve çoğalır. Bu bakımdan “dayı” ve “amca” yeğenlerinin birinci dereceden sorumlusu ve varisidir.

Ana soyu itibarı ile, aile içinde “dayı hukuku” ortaya çıkar ki akraba sistemi içinde tanımlayıcı bir hısımlıktır.

Dayı, yalnızca bir kişiyi ya da ilişkiyi değil, karşılıklı sosyal birlikteliği kapsar. Sözgelimi, dayı-yeğen ilişkisi, karşılıklı görev ve sorumlulukları gösterir. Sistem içinde kime dayı adı verilirse, onunla kişi arasında dayı-yeğen ilişkisine benzer bir ilişki vardır. Öyle ki dayı adı verilen kişi, biyolojik anlamda annenin kardeşi olmasa bile ilişki boyutu değişmez. Çünkü dayı söyleminde evlilik, cinsel anlamda menfaat riski bulunmaz. Çünkü dayının sahip olduğu hak ve sorumluluklar, toplumun bakışı, dayının akrabadan öte güvence haline gelmesini sağlar.

İş bu yüzden bu makalenin başlığı sadece Ali Dayım değil. 

Dayı, kültürel olarak bir değer, bir koruyucu ve güvencedir. Hukukun ve aile içi huzurun temsilcisidir. Elbette bu sorumlulukları taşımak ayrı bir meziyet, karakter ve görgü ister. Kültür birimi, değer yargısı, birleştirici bir duruş ister.

Elbette sonuçta insandır dayı. Onun da duygusal anları, kırgınlıkları, sert tavır ve söylemleri hatta korkutucu duruşları vardır. Ama çoğu zaman öğrenen, gerektiğinde gerektiği kadar öğretebilen bir duruş sergilemektir erdem olan. Bu naif yapının, karizmatik duruşun adıdır Ali Yağız. Ali dayım.

Dayıdır sonuçta dayı.

Öyle ki, köprüyü geçtikten sonra da hep yanında olmasını isteyeceğin türden bir dayı. Köprüden sonraki ışık, yürüdüğün rehber, neşeli, eğlenceli ve öğretici bir yol arkadaşı.

Ali Yağız, tanıyanlar ve hatta tanımayanlar için de köprüden sonrası için dayıdır.

Öyle bir dayı ki, son yolculuğunda da birleştirdi insanları, birleştirdi ve insan ordusuna dönüştürdü. Küskünleri, dargınları, birbirini yeni gören yeğenleri, sadece büyükleri kırkın olduğu için uzaktan kırgınlaşmış gönülleri topladı bu orduda. Öyle bir ordu oldu ki, köye sığmayan uzun bir insan seli oluşturdu. Bu insan selinin bir ucu Ali dayımın naciz vücudunu defnederken, diğer ucu hala köyün içinde sırasını bekledi. Sabırla bekledi çünkü, son kez bu nadir insana şükranlarını, borçlarını, sevgilerini, dostluklarını ve anılarını sundu. Bekledi çünkü, bu nadir insanın mezarına bir kürek toprak atmak, toprağına elini sürüp vedalaşmak ve helalleşmek istedi. Bekledi çünkü vefa borcunu ödemek, çocukluk anılarını hatırlamak, alacağını-vereceğini unutmak istedi. İşte böyle bir yürekti dayım, Ali Yağız.

Elbette erken ayrıldı aramızdan.

O naçiz bedenini, naif gülüşünü, neşeli sesini bir daha duyamayacağız, göremeyeceğiz ama, dayıdır o be kardeşim dayı.

Dayılar ölmez ki.