Dil ile düşünce (fikir) arasında büyük bir bağ vardır. Düşünceyi biçimleyen dil olmadığı zaman, o düşünce paylaşılamayabilir ve düşünceden bahsedilemeyebilir. Paylaşılamayan düşünce ise kavram değiştirerek “sezgi” olur. Yine de o sezginin bilince intikal etmesi için dile gereksinim vardır. Dil Wittgenstein’in da dediği gibi konuşmak içindir, konuşulamayan şeyler için susmak gerekir (Wovon man nicht sprechen kann, darüber muss man schweigen).

Bir dilin, bilim, sanat ve sosyal bilimlerde üretken olması, dil zenginliğinin ve kullanımının yaygınlaşmasını sağlar. Çünkü dil ihtiyaçtan doğar ve gelişir. İhtiyacın olabilmesi için ise, değişim ve gelişim olmalıdır. Çoğu zaman ise dil, yaşamın anahtarı olabilmektedir. Örneğin Eskimoların „beyaz“ sözcüğü için yüze yakın farklı sözcük kullandıkları söylenmektedir. Bu tamamen ihtiyaçla orantılıdır. Eğer bir Eskimo her tarafın beyaz olduğu yerde, beyazı griden ayıran tonları fark edemeyecek durumda olursa ve bunu tanımlayamazsa bulunduğu ortama uyum sağlayamadığı anlamına gelebilir. Beyazın nüanslarını görebilmek, onun için hayati önem taşıyabilmektedir.

Çinli filozof Konfüçyüs, “bir ülkenin yönetimini ele alsaydım, yapacağım ilk iş, hiç kuşkusuz dilini gözden geçirmek olurdu. Çünkü dil kusurlu ise, sözcükler düşünceyi iyi ifade edemez. Düşünce iyi ifade edilmezse, görevler ve hizmetler gereği gibi yapılamaz. ..., kural ve kültür bozulur. Adet, kural ve kültür bozulursa adalet yanlış yollara sapar. ..., şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun içindir ki, hiçbir şey dil kadar önemli değildir! (itusozluk.com, 17.11.2013).” sözleriyle, ülkeyi yönetenlerin ülke, dil ve eğitim politikalarının ne kadar önemli olduğunu hatırlatmaktadır. Siyasi erkanın, dilini iyi kullanması önemlidir. Dilin ülke genelinde iyi kullanılmasına, bozulmamasına dikkat etmelidirler. Dil bozulmazsa sözcükler düşünceyi iyi anlatır, görevler ve hizmetler gereği gibi yapılır. Kültür bozulmaz, adet ve kurallar gerektiği gibi sürer ve dünyada saygınlık kazanır. Büyük önder Atatürk, “Dilini kaybetmiş bir millet, yok olmaya mahkûmdur” diyerek, bir dilin bir millet için ne anlama geldiğini çok açık bir şekilde ifade etmiştir.

Son zamanlarda ülkeyi yönetenler, Türkçe üzerine ciddi deformasyonlar yapmaya hazırlanmaktadırlar. X, Q ve W harflerini, alfabeye ekleme ve alfabemizi 32 harfe çıkartma istekleri iyice kabarmış durumdadır. Tam da Konfüçyüs’ün bahsettiği konudur bu. Başka bir anlatımla, eşyayı eve uydurmaktansa, evi eşyaya uydurmaya çalışılmaktadır. Bu durumda evin yıkılması dahi söz konusu olabilir. Atatürk, 1 Kasım 1928, Harf Devrimini yaparken, evi yıkmamaya özen göstermiş, bu nedenle de alfabenin 29 harfli olmasına karar vermiştir.

Dil, aynı zamanda bir silah gibi kullanılabilir. Bir ulus, kendi dili ile aşağılanmak istenebilir. 19. yüzyılın en güçlü ekonomisine sahip olan İngilizler, yeni gelişmekte olan Almanya’yı ve Alman ürünlerini küçümsemek ve kalitesizliğini vurgulamak için, dili silah olarak kullanıştır. İngiltere’de satışa sunulan Alman sanayi ürünlerine “Made in Germany” terimi yazmayı zorunlu kılarak, İngiliz ürünlerini ayırmış, tüketiciye subliminal (bilinç altı gizli mesaj) bir mesajla kalite sinyalleri göndermiştir. Bugün bize sunulan subliminal mesajın adı ise “açılım”, “demokrasi” “özgürlük” tür.

Dile saldırı her zaman doğrudan olmayabilir. Çoğu zaman bunun farkında dahi olmayabiliriz. Örneğin Fransızca kökenli olan ve Türkçe de bayan kuaförü anlamında kullanılan sözcük, le coiffeur, Fransa’da erkekler için kullanılmaktadır. Bayanlar için ise feminen bir sözcük olan la coiffeuse kullanılmaktadır. Bu yanlış anlam yükleme, şüphesiz Fransızca için bir kayıptır. Ancak gerçek kayıp Türkçe için sayılabileceği gibi, kısırlaşmasına neden olabilir. Uluslararası düzeyde küçük düşürülmesine, itibarsızlaşmasına neden olabilir. Dolayısıyla saygın olmayan bir dilin kulanım alanları kısıtlanabilir. Örneğin teknolojik bir cihazın dil seçiminde, kullanma kılavuzunda yer almayabilir. Bu üzücü bir durumdur ve üretkenlikle çözülebilir. Şayet üretkenlikle dil zenginleşemez ise, aynı yolla zenginleşen başka bir dilin etkisi altına girmek durumunda kalabilir. Bilinen bir gerçekle “yeni teknolojiyle birlikte hayatımızda değişiklikler olurken, dilimiz de bu teknolojiden etkilenmeye başlamıştır. Gündelik hayatta kullandığımız bilişim teknolojilerinin terimleri de dilimize giriyor, dilimize yerleşiyor. Bilişim teknolojisinde üretici olmayan hemen her toplumda bu sorun yaşanıyor” (Akalın, 2002:451).

Dil sömürgeciliğinin temelinde teknoloji ve gelişmeleri yatmaktadır. Çünkü teknoloji, geliştirildiği yerde isimlendirilmektedir. Haliyle dünyaya o isimle yayılır, diğer dillere bir tümör gibi yerleşir. En büyük tehlike ise bu tümörün büyümesine engel olamamaktır. Daha da kötüsü ise, ülkeyi yönetenlerin umursamaz ve bilinçsiz tutumlarıdır.

Not: Bir dahaki konu : Yazı

 

04.12.2013