Bir ülkenin kalkınmışlığı, çağdaşlığı, o ülkenin insanına, eğitim-öğretimine ve öğretmenine verdiği değerle, yaptığı yatırımla eş değerdir.
Bu sorunun bilincinde olan yüce Atatürk, tarihsel misyonunun sadece yurdu düşman işgalinden kurtarmak olmadığını gelecekteki tehlikelerden korunmanın geri kalmışlığın zincirinin kırılması, halkın yoksulluk ve bilgisizlikten kurtarılması ile mümkün olacağını görerek düşman ordularının saldırılarının en yoğun olduğu dönemlerde bile “16-21 Temmuz 1921” tarihinde Ankara da 1.Maarif Kongresini toplamış ve bizzat kendisi açılış konuşması yapmıştır.
Konuşmasında: “Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak Öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğitimciden mahrum bir millet henüz millet olmak istidadını kazanmamıştır. Ona alelade bir kitle denir. Millet denemez. Bir kitle millet olabilmek için mutlaka eğiticilere, öğretmenlere muhtaçtır” diyerek eğitime verdiği önemi ve öğretmenin toplumda üstlendiği sorumluluğun, yüceliğini ve ona verdiği değeri vurgulamıştır.
31 Temmuz 1923'te bilimselliğe ve çağdaşlığa karşı olan Darülfünunu kapatan Ulu Önder, İstanbul Üniversitesi'nin kuruluşunu ön gören yasa tasarısını çıkarmıştır. Cumhuriyetin ilanını takiben 1924 yılında da “Öğretim Birliği Yasası” eski adıyla “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” çıkararak laik Cumhuriyetin olmazsa olmaz kuralını yaşama geçirmiştir. Aynı dönemlerde Nazi Almanya'sından Hitlerin faşizminden kaçan demokrat ve Yahudi kökenli 142 profesörden de yararlanmış ve Ankara da da 2. Üniversiteyi açmıştır.
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde ve Hasan Ali Yücel'in Bakanlığı sırasında ülkenin merkez bölgelerinde 21 Köy Enstitüsü ve bu okullara eş zamanlı olarak da Mesleki ve Teknik alanda okullar açılmıştır. Bu okullar, yapılan devrimler, Halk Evleri ve Halk Odaları Anadolu'nun her yerinde üreten, düşünen, sorgulayan, milli duyguları yüksek, ulusunu ve vatanını seven insanlar yetiştiriyordu. O gün toplumda “10.Yıl Marşı'na” yansıyan duygu ve heyecan vardı.
Çok partili yaşama geçişten bu güne kadar geçen süreçte eğitimimiz bilimsel ve çağdaş eğitim gelişimine ayak uyduramamış, gerekli yatırımlar yapılmamış ve öğretmenlere de insanca yaşam ortamı sağlanamadığı gibi hak ettiği değer de verilmemiştir. Köy Enstitüleri kapatılarak 1954 yılında İlköğretmen Okullarına dönüştürülmüş ve sonraki yıllarda bu okullarda kapatılarak 2 yıllık Eğitim Enstitülerine ve bunlar da 4 yıllık Eğitim Fakültelerine dönüştürülmüştür. Siyasi çıkarlar uğruna 1980'e doğru 45 günde öğretmen yetiştirilmeye başlanmıştır.(Oysa 45 günde “kabak-fasulye” bile yetişmezken) Devam eden süreçte her meslek grubundan genellikle mühendislerden sınıf öğretmeni alınmaya başlanmıştır. Günümüzde de sözleşmeli öğretmen uygulaması hayata geçirilmiştir. Bu karmaşıklık içinde bunlar yetmezmiş gibi eğitimin yerel yönetimlere devredilmesi gündeme getirilerek eğitimin ve öğretmeninin kaderi siyasilere, etnik ve dinsel gruplara devredilmeye çalışılmaktadır.
Günümüze kadar siyasi iktidarlar, vakıflar, cemaatler, İmam-hatipler ve Kuran Kursları yolu ile eğitimin kalitesinin düşmesi ve dinselleşmesi için ellerinden geleni yapmışlardır ve halen de yoğun bir şekilde devam etmektedirler.
Dinselleşmiş bir eğitim; evetçi, kaderci, verilenle yetinen, sorgulamayan, her şeyi başkalarından bekleyen, hazırcı, kula kulluk eden bireyler yetiştirir.
Atatürk'ün istediği eğitim sistemi ise ulusalcı, bilimsel, laik, demokratik, karma, dili Türkçe ve uygulama nitelikleri olan bir eğitim sistemidir. Böyle bir sistem; yeniliklere açık, üreten, düşünen, sorgulayan, kendine güvenen, kişiliğini bulmuş bireyler yetiştirir.
Burada bir ayırıma dikkat etmek gerekir. Dine saygı, sevgi ayrı şeydir. Din vicdanlarında, kul ile Allah arasında kalmalıdır. Dinin eğitime, siyasete ve ticarete alet edilmesi, kullanılması ayrı şeydir.
Saygı değer meslektaşlarım:32 yıl eğitime hizmet etmiş bir meslektaşınız olarak bu güne kadar siyasi iktidarların eğitime gereken yatırımı yapmadığını, öğretmenine gereken değeri vermediğini gördüm ve üzülerek halen de görmekteyim.”24 Kasım Öğretmenler Gününde” sizleri en yüce sözlerle övecekler amma maddi manevi bir katkı sağlamayacaklar. Eğitimin çözüm bekleyen köklü sorunlarına müdahale etmeyip, çözüm üretmeyerek ve sizler o sorunlarla binbir yokluk içinde yine mücadele edeceksiniz.
Bizlerin yaptığı gibi. Ayırımsız tüm fedakâr eğitim emekçilerine çağrım şu:”Grevli Toplu Sözleşmeli Sendika” hakkı elde etmek için hep birlikte mücadele verin. Kültürlü ve örgütlü toplum insanca yaşamı hak eder. Unutmayalım ki hak hiçbir zaman verilmemiştir. Mücadele ederek kazanılmıştır.
Yine de buruk duygularımla eğitim emekçilerinin “24 Kasım Öğretmenler Günü” nü kutluyorum. Sizlerden beklentim; Cumhuriyetimiz'in 100.yılında “ 10.Yıl Marşı”nın heyecanını yaratarak 100.Yıl Marşı yazdıracak nesiller yetiştirmenizdir. Bu duygularla sizleri selamlıyorum
“Eğitimdir ki bir ulusu ya hür bağımsız, şanlı ve yüksek bir ulus olarak yaşatır, ya da esaret ve sefalete terk eder.” K.Atatürk
29.11.2006