Okullar açıldı. Her ders yılı başlangıcında yeniden okula başlayacakmışım gibi bir heyecan duyarım. Yeni önlük, çanta, kitaplarım ve bir tatil boyu ayrı kaldığım arkadaşlarımla buluşma gibi düşünceler aklımdan geçer, kalemlerin silgilerin kokusu hala burnumda tüter…
Sonra hocalarım gelir aklıma. Sırası ile ilkokul, ortaokul ve lise yıllarındaki dünya iyisi hocalarımız. İpek böceği gibi maharet ve sabırla bizleri yetiştiren yoğuran bize okumayı, güzel yazı yazmayı, kalem açmadan tırnak temizliğine kadar bizimle çocuğu gibi ilgilenen çocukluğumuzu bizimle beş yıl paylaşan ilkokul öğretmenimiz Ayşe Kutlu’yu nasıl unuturuz.
Ortaokulda bundan yarım asır dile kolay elli yıl önce Nurullah Ataç, Suut Kemal Yetkin gibi fikir adamlarının makalelerini bize okutan Tamer Ağanoğlu hocamızı, Molier’in Cimri piyesinin yani tiyatroyu bizlere tanıtan, oynatan Hasan Yılmaz, Sefa Özdemir, Süheyl Dedeoğlu, Mustafa Düzgünçınar hocalarımızı unutabilirmiyiz.
Amasya lisesinden hatırladıklarım Rona Özener, Kemal Akkuş, Fevzi Bey, Ali Oğuzkan, A. Hamdi Güler, Agah Mutlu, Fizikçi Karamürsel, Müzikçi Hacer Güngür hocalarımızın hakları ödenebilir mi?…
Sokrat hocaların hakkını teslim etmiş; ‘Tanrının yeryüzüne inip de bir meslek seçmesi icap etseydi HOCA olurdu cümlesi hocalığın ulvi, şerefli bir meslek olduğunun ifadesidir.
Her ne kadar zamanımızda çocuğuna küçük bir fiske vuran öğretmeni savcılığa şikâyet eden veliler bulunsa da geçmişten günümüze eğitim tarihinde toplumumuz çocuklarını hocaya ‘Eti senin, kemiği benim’ diye emanet etmiş ve de ‘Hocanın vurduğu yerde gül biter sözüyle de olayı tatlıya bağlayan bir gerekçe bularak incinmiş yavrularının gönüllerini almayı bilmişlerdir.
‘Hocalık hayatımda hep en iyiyi, en doğruyu, en güzeli, en gerçeği vermeğe çalıştım. Öğretmenlik mesleğinde sevgiden başka bağ kabul etmiyorum. Filanca benim hocamdı dediğim vakit, ta içimin derinliklerinde müstesna bir şeyin bütün güzelliğiyle ürperdiğini hisseder ve hala derslerime girerken ceketimin düğmesini nasıl iliklersem, bugünde herhangi bir okulun önünden geçerken gene ceketimin önünü iliklemeye çalışırım. Hocalığı böylesine sevdim. Okul benim için bir mabet gibidir. ’Cümlelerinin sahibi Şair Öğretmen Zeki Ömer Defne’yi rahmetle anıp, onun bir anısını paylaşarak içimizin derinliklerinde müstesna yerleri olan öğretmenlerimizi hatırlamış olalım.
‘Kabataş Lisesinde imtihan yapıyorum. Öğretmenliğimin ilk yılları, öğrenciye ‘Kitabını aç hangi konu gelirse oku’dedim. Avrupa’da kar yağdığı zaman çocukların nasıl eğlendiklerini anlatan parçayı çocuk, eskilerin dediği gibi büyük bir belagatle okudu. Hayran kaldım. Çocuğa ‘bu yazıdaki fikirlere katılıyor musun?’dediğimde başını öne eğdi ve hiçbir cevap vermedi. Soruyu tekrar ettim, yine cevap yok. “Arkadaşlarım bekliyor, cevaplayın” dediğimde “Efendim karda kışta delik ayakkabısıyla, paltosuz yürüyerek buraya gelen çocuğun bu soruya ne cevabı olabilir? Takdiri size bırakıyorum” cevabıyla beynimden vurulmuşa döndüm. ‘Evladım dışarıda beni bekle seninle konuşmak ve teşekkür etmek istiyorum’dedim. Daha sonra çocuğun annesinin çamaşıra gittiğini, üç kardeş olduklarını öğrendim.
İlçemizde de yeni bir eğitim dönemi başladı. Taşova’nın sakin sokaklarının o eski sükûneti okulların açılmasıyla yerini gülen oynayan şakalaşan gençlerin görüntülerine bıraktı.
Sabah iş yerini gelirken bir kafe önünde çayını yudumlayan emekli öğretmen arkadaşımı gördüm. Selam verdikten sonra yanına yaklaşıp ‘geçmişte öğretmenlik yapan biri olarak bugün senin için ne ifade ediyor, ne gibi duygular içindesin’diye sordum. Emekli öğretmen arkadaşımdan umduğum cevabı alamamıştım. Bana mazide bıraktığı bu kutsal mesleğe ait güzel cümlelerden uzak şeyler söylemişti.
Öğleden sonra ziyaretime gelen o da emekli öğretmen olan Mehmet Akgün arkadaşıma bu olanları anlattım. O da geçmişe dönerek eski öğretmenlerimizin talebelerin gece sokağa çıkmalarını, sinema kaçamaklarını, sigara gibi kötü alışkanlıkları önleme, ders çalışmalarına kadar öğrencileriyle ilgilenen bir hocalık idealizmini bugün göremediğini bunun da eğitimin devlet kontrolünden çıkıp ticarete havale edilen bir sistemin uygulanmasından sonra ortaya çıktığını ifade ediyordu.Ben de onun bu sözlerinin tasdikle ve destek vermek üzere bu yaz bir öğretmen arkadaşımla birlikte elli yıl sonra ortaokul öğretmenimiz Tamer Ağanoğlu ile Ören Kitap fuarında buluşarak ziyaret de bulunmamız o öğretmenleri unutmayışımızı o kadroların öğrencilerini maddi kaygılardan uzak sadece ve sadece talebelerin başarılarını ve geleceğini düşünen bir idealizmin içinde oldukları için değerli bulduğumuzu ve unutulmadıklarını söyledim.
Eğitimden hem fert olarak hem de millet olarak beklentilerimiz vardır. Fert olarak gelişmek, şahsiyet sahibi olmak, bir iş meslek sahibi olmak gibi gayelerle eğitim alırken millet olarak da sosyal, kültürel ve ekonomik olarak devlet millet bütünlüğü içinde çağdaş nesiller yetiştiren bir eğitimin beklentisi içindeyiz.
En eski çağlardan beri mukaddes sayılan öğretmenlik mesleğinin bugün maddi manevi değerini yitirdiğini söylemenin yanlış olmadığını düşünüyoruz.
Eski öğretmenlerimizi şükranla anıyoruz. Yaşayanlara sağlıklı ömürler, ölenlere rahmet diliyoruz. “Nasıl bir öğretmen” hedefi milli eğitimin görevidir. Ama görüyoruz ve biliyoruz ki öğretmenin durduğu yeri doyduğu yer yapmadıkça “Ah nerede o hocalarımız” demeye devam edeceğiz.
Yeni eğitim yılının öğretmenlerimize, öğrencilere ve ailelerine hayırlı olmasını diliyoruz.
Yeni eğitim yılına başladığımız bu ayda irfan ordumuzun kahramanları olan öğretmenlerimizin mesleklerinin şerefiyle mütenasip bir ilgi, alaka, itibar ve refah ile takviye edilmiş görmek niyazıyla…