Mal ve dünya tutkusunu kalplerinden silerek kazandıkları erdemle ve de asıl zenginliğin mal çokluğu ile değil gönül zenginliğiyle olduğu bilinciyle ülke topraklarının verimli olması ve yeşil bir örtüyle donatılması mücadelesini veren ‘Erozyon Dede’ Hayrettin Karaca’yı 20 Ocak 2020 de kaybettik.
Aynı isimle 2009 yılında okuduğumuz kitap şu cümlelerle başlıyordu:
‘Olanın olmayana borcu var’, ‘Komşusu aç yatanın yediği helal değildir’, ‘Komşuda pişen komşuya düşer’. İşte bu! Fakirdik… Yunan yakmış gitmiş. Her taraf harap…Perişandık. Çok fakirdik ama aç insanımız yoktu. Bütün mesele burada işte… Bir paylaşma vardı.’
İş dünyasında başarılı bir noktaya geldikten sonra işlerini oğullarına devredip Nihat Gökyiğit’le birlikte Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal varlıkları Koruma Vakfı (TEMA)’yı kuran iki toprak sevdalısı insanımızı hayırla yad ediyoruz.
Hayrettin Karaca tutkulu bir mücadele adamı… ‘Çok ödüller aldım ama en büyük ödülüm iki tanedir. Bunlardan biri Rize’nin Çamlıhemşin yaylalarında 2500 m yükseklikte bir dağda, bir çocuğun beni gösterip arkadaşlarına ‘Koşun, Koşun Erozyon Dede gelmiş’ demesidir. Diğeri ise bir kula nasip olmuş en büyük ödüldür, bu ödül de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmamdır. Her ödülün kişiye verdiği bir sorumluluk vardır. Ben bu sorumluluk altında yaşıyorum. Zaten beni göreve çağıran da budur.
Söyleşi tarzında yazılmış olan ‘Erozyon Dede’ kitabında Hayrettin Karaca söyleşiyi yapan gazetecinin tüketme konusunda ki sorusuna:
-işte şimdi baklayı ağzımdan çıkarıyorum; Belki on beş seneyi geçti, giyecek hiçbir şey almadım. Yardımcımın ‘Ayıp artık, bu ayakkabılarla gezmeyin, bir siyah ayakkabınız olsun, oraya buraya gidiyorsunuz’ zorlamasıyla bir ayakkabı aldık sonunda! Ben buna tüketim ahlakı diyorum. Tüketim ahlakı ve vicdan… Cevabını verirken doyumsuzluk konusunda güzel bir tespitte bulunuyor:
 
‘Dünyada iki türlü aç vardır. Karnı aç olanlar ve gözü aç olanlar. Karnı açları doyurabilirsiniz ama gözü aç olanları doyurmak mümkün değildir.’
Türkiye’nin köklü sorunlarından ‘GÖÇ’ konusunu nasıl algılıyorsunuz, problem nereden başlıyor sorusuna verdiği cevap yaşanan bir ülke gerçeğinin dile getirilişidir:
‘Göç, açlık, yoksulluk, çaresizlik sonucudur. Kişi doğduğu büyüdüğü yeri kolay kolay bırakmaz. Herkesin hayatının sonuna kadar köyde oturması şart değildir ama köydeki hayatın devam etmesi şarttır. Çünkü terk edilen köylerde hem kültür gider, hem de sahipsiz kalan topraklar.
Terk edilen toprağın başına ne geleceğini bilemeyiz. Eğer bugün yaşam koşullarının başında toprak varsa, geleceğin en korkunç silahı buğday ve pirinç İse, gelecekte açlık dünyanın en büyük sorunu olacaksa, o zaman en temel sorunumuz toprak demektir. O vakit kişiyi doğduğu, büyüdüğü yerde mutlu etmekten başka hiçbir çare yok demektir.
Bu işin bir yönü, bir de köyünü terk eden adamın toplumsal maliyeti söz konusu. Eğer köyde yaşayan bir kişinin toplumsal maliyeti bir ise, aynı kişi kente göçtüğünde beş oluyor. Yol istiyor, elektrik istiyor, telefon istiyor, okul hastane istiyor. Bir de geldiği yerde üreticiydi, kente geldiğinde tüketici oluyor.’
Hayrettin Karaca TEMA’nın 15. kuruluş yıl dönümünde yapmış olduğu konuşmada, toprağın bu vatanın en değerli unsuru olduğunu, ormanların ve doğanın korunması ve erozyonun önlenmesi gerektiğini bunun bir devlet politikası olarak desteklenmesinin milli bir görev olduğunu söylüyordu.
 
Bu davanın zor ve gerçekleştirilmesi zaman isteyen bir dava olduğunu, milletçe büyük fedakarlıklar istediğini, bitmez tükenmez bir çaba yürekli mücadeleci, toprağını, ırmağını, kuşunu ağacını seven aşk ve sevgi dolu kadroların işi olduğunu belirtiyordu.
İlgisiz ve tepkisiz kalmanın sorunlarını her düzeyde yaşadığımızı ancak tepkinin bir toplumsal harekete dönüşmesinin şart olduğunu ama bu tepkiden doğacak eylem topluma huzur veren ve yasalara uygun bir eylem olmalıdır diyen Erozyon dede mesela bugün farz edelim ki tarım alanlarını ecnebilere satıyorlar ve ben desem ki bir yerde ‘yurt topraklarını satalım mı’ eğer cevap hayır ise o zaman bir şeyler yapmak lazım. Ne yapalım. Elimizdeki bütün imkanları kullanalım. Başbakan Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Bakan, Genel Kurmay, Rektör faksla, telefonla, mektupla, elektronik postayla hangi yolla olursa olsun hedefinizi bıktırana, tüm iletişimi tıkayana kadar alınan kararı kabul etmediğinizi söyleyeceksiniz.
İllerde, ilçelerde konunun muhatabı kimse parti midir, tarım müdürlüğü müdür oraya gideceksiniz ve bunu yaptırmayız diyeceksiniz. Böyle bir toplumsal tepkinin konulduğu gün bunları yapamazlar artık.
Bilgi, ilgi, tepki, istiyordu TEMA’cılardan. Türkiye’nin kaderini değiştireceklerini, bağımsızlığın bu ülkenin kaderi olacağını, bağımsızlığın da topraktan geleceğini, barışı kurmanın yolunun açlık, çaresizlik ve yoksulluğu yok etmekten geçtiğini söylüyordu Erozyon Dede…
Uluslararası bir çevre ödülüne aday gösterilmesi söz konusu olduğunda, dış ülkelerden de referans istenmişti. ‘Dünyayı Nasıl Tükettik’ kitabının yazarı Lester Brown, Hayrettin Karaca ile ilgili yazmış olduğu övücü yazıda; ‘Eğer dünyaya bir çevre azizi gelecek olursa, o Hayrettin Karaca olacaktır’ diyordu.
 
Bankaların mabet, paranın mabut, gökdelenlerin göğe yükselen bayrak olduğu, daha çok üretim, daha çok tüketim, daha çok kar… Nereye varacak bu çılgın koşu. Tabiat ve insanı daha ne kadar sömürebilir siniz. Evet TEMA’nın güzel insanları Hayrettin Karaca ve Nihat Gökyiğit sizleri uyarıyorlar.
‘Ne ozon tabakasının delinmesi, ne buzulların erimesi, ne su kaynaklarının tükenmesi, ne sadece Irak ve Suriye de milyonla insanın katledilmesi, ne fakir ülkelerde çocukların ölmesi kimseyi sarsmıyor. Bize düşen görev ‘Tüketim Ekonomisi’ ne karşı ‘Kanaat Ekonomisi’ni uygulamaktır.
 
‘Siyah saçlı dönemlerinde iki büyük tutkusu vardı: Yurt dışına sanayi ürünleri ihraç etmek ve ülkesini kırmızı kazaklarla donatmak. Saçının pamuk dede kıvamında ağardığı günlerde ise, yine büyük tutkuları var: Ülkesini verimli bir toprak tabakasıyla, yeşil bir örtüyle donatmak; bu topraklarda yeni bir tüketim ahlakının yeşerdiğine tanık olmak…’
Bu toprakların sevdalısı Erozyon Dede Hayrettin Karaca ya Allah’tan Rahmet diliyoruz.
Doğu Anadolu’da meydana gelen Depremde ölenlere rahmet, yaralılara acil şifalar diliyoruz. Milletimizin başı sağ olsun…