Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye “Ey Oğul!” diye başlayan nasihatlerini okuduğunuzda neler hissediyorsunuz?...

            “Beysin! Bundan sonra öfke bize, uysallık sana. Güceniklik bize, gönül almak sana. Suçlamak bize, adalet sana. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlama sana. Bundan sonra bölmek bize, bütünlemek sana. Üşengeçlik bize, uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.”

            Osmanlı Devletinin üç kıtaya yayılmış, altı asır gibi bir uzun ömür sürüşün altında yatan sırrın, devlet adamlarının bu öğütlere kulak verdiği gerçeğini ortaya koyar.

            Geçmişte söylenmiş geleceğe ışık tutan ders çıkarılacak bu sözler sadece söylendiği zamana ait olmayıp her çağda yankılanıp, kabul gören sözlerdir.

            Günümüzde, mecliste siyasi partilerimizin kavga sahnelerini ve boğaz damarlarını şişirerek yaptıkları öfkeli konuşmaları ekranlardan izledikçe bizi temsil eden vekillerimizin atalarını akıllarına hiç getirmediklerini düşünüyoruz.

            Biz böyleyiz de şark dünyası nasıl?... Merhum gazeteci Ömer Lütfü Mete “Ortalama Müslüman insanın hem en mükemmel dine mensup olmak, hem de gerilikten kurtulamamak” çelişkisine kayıtsız kalmayı yeğlemesinin temel sebebi, her halde İslami kavramları derinlemesine tartışmadan benimsemesidir.”diyor.

            İnsafla düşünelim. İslam dünyasına bakıyoruz, yüce dinimiz insanlık ideallerine en yüksek değeri vermekteyken, bizim Müslümanlarımız kendilerini dünyanın nazarında en kötü bir kimlikle göstermeye devam ediyorlar.Bombalama,suikast,tahribat,kan dökme,mezhep çatışması hep İslam dünyasında…

            Bu durum karşısında garp,İslami kavramlardan ders çıkarmayan,büyük çoğunluğu ham ve kaba sofuların elinde olanca çirkin bir manzara vermekte olan şark alemine şüpheyle bakmakta haksız mı?...

            Yüce Peygamberimiz öyle dememiş mi “Bu din garip gelmiştir, garip gidecektir” çünkü illet, kıllet, zillet… Üçü de mevcut bizde. Ya hastayızdır, ya pulsuzuzdur, yahut dünyanın hakareti üzerimizdedir.

            Çözümü Nihat Sami Banarlı’nın satırları arasında bulduk;

            “Yetişmek, çok daha iyi yetişmiş olmak lazımdır.Ve efendiler,sizden istenilen tek şey şudur: Yüceltmenizden vazgeçtik,İslamı öldürmeyiniz.Çünkü her şeyde olduğu gibi iman hayatında da aynı hikmet caridir: Düşmek,etrafı görmemektendir.”

            Gözünü dört açmak bizim kültürümüze ait bir deyim değil miydi? Günümüzde buradan aç gözlülüğe ve açık göz olmaya geldik hayatımızın merkezine parayı yerleştirdik.

            Sevgili Peygamberimizin “El-fakru fahri” fakirliğim övüncümdür dediği zamanlar asr-ı saadet zamanlarıymış.

            Değerli bir ağabeyden dinlemiştim. Kızına talip olan oğlan babası kendisine “Bizim fakirliğimiz kızınıza özür olur mu?” demiş.

            Fakir bir babanın evladını evlendirirken, kızına talip olduğu, kendisinden ekonomik durumu daha iyi olan aileye yönelttiği asalet kokan bu soru günümüz ahvalini ne güzel anlatıyor.

            Para; Abdülhak Hamit’in: Para mâbud ve bankalar mâbet mısraında söylediği çağın dini haline getirilip kıymet verilen şey…

            “Artık ne büyük, ne küçük, ne akraba, ne hısım, ne komşu, ne hürmet, ne hizmet, ne merhamet, ne şefkat, ne haysiyet, ne mürüvvet, ne feragat, ne sevgi, ne de saygı kaldı. Para hepsinin yerini aldı.”

            “El-para fahrî” para övüncümdür, diyenlerin asrını yaşıyoruz.

            Ancak paranın fert ve insanlığı mesut ettiği konusunda şüphe duyan gönüller sultanı Yunus Emre öyle düşünmüyor;

            “Bunca varlık var iken, gitmez gönül darlığı” derken günümüz insanının ruh dünyasını da yansıtıyor sanki…

            Geçmiş tarihtir. Tarih başarılı bir muallimdir. Bu öğretmenimizden öğreneceğimiz o kadar çok şey var ki…

 

15.04.2012