Halamaz Köyü Özelinde Bir Derleme Yazısıdır

Ceddimizin yedi nesil evvel hayat sürdüğü yaşam mücadelesi verdiği bir güzel köye, Halamaz’a düşüreceğim bugün yolumu. Canik Dağları’nın dibinde bütün Destek Çayı vadisine hakim bir konumda Halamaz köyü. Yer adlarının değiştirilmesi kapsamında değişen ve bugün bilinen adıyla Yayladibi Köyü.

Bildiğim en büyük dede Emin bir mesele yüzünden kaçmış ve Halamaz köyünde yerleşmiş. Emrinde çalıştığı Tostuk namıyla meşhur adamın damadı oluvermiş. Tostuk’un Emin derlermiş kendisine. Tostuk’un oğlu yokmuş, olmamış! Sülalenin daha evvelinde Alucra’dan Sonusa civarına gelip yerleştiğini söylemek lazım. Emin’in baba adının Memiş olduğu hususunda hemfikir bir görüş var. Muhtemel ki Memiş’le birlikte diğer aile efradı Sonusa ve civarında yerleşmiş ve hayat orada kaldığı yerden yürümüş, devam edip sürmüş gitmiş. Sülalenin genlerine davarcılık yaylacılık egemenlik kurmuş. Alucra’da kalanlar ise rivayete göre “köy ağaları” olarak anılıyormuş oralarda…

(1)

Zamanla soruşturup araştırdıkça farklı bilgiler edinsem de Alucra, Sonusa ve Halamaz yoluyla gelen, devam eden bilgi akışı daha sağlam ve güçlü emareler sundu bana. Kimden duydumsa çocukluğumdan bu yana bir cümle saklanmış kalmıştı hafızamda:

“Giresun’da bir mesele meydana gelmiş ve aile oradan bu sebeple Sonisa kazası tarafına göçmüş ve aileden bir kişi Halamaz köyüne yerleşmiş.”

Halamaz köyünün adı konusunda bir olaya bağlı olarak “halam” ve “az” kelimelerinin birbirini tamamlamasıyla ortaya çıkmış olmasından söz edilse de her şeye rağmen incelemeye ve araştırmaya açık bir konu olduğunu belirtmekte fayda var.

Zira Osmanlı Devleti Mufassal defterlerinde Halamaz köyü yer almaktadır. Yeri gelmişken

bir ara cümle olarak burada ifade etmek istiyorum. Adı geçen defterlerde Gudüre = Gudere köyü de kayıtlıdır. Ayrıca Karataş mıntıkasında bir yerleşim yerinin varlığından söz etmek de yerinde olacaktır. (2)

Gudere köyünün zaman içinde adını mıntıkaya baki bırakarak tarihe karıştığı ve Karataş yerleşim biriminin de Sepetli köyüne katıldığı ve orada yerleştiği bilinmektedir. (3)

1920 yılından sonra yörede olumsuz hadiseler çoğaldı hatta birbirini takip etmeye başladı. Rum eşkiyalar yaşam koşullarını zora soktular, köyleri bastılar, cana kıydılar, mala mülke zarar verdiler. Kayıtlara göre Halamaz köyünü 1922 yılında yaktılar. Rum haydutlar bütün köylerde ve çevrede yol kesme, zor kullanma, gasp ve öldürme gibi eylemlerde bulundular.

1920 ile 1922 yılları arasında Halamaz köyünün yedi defa yakıldığı ve harabeye döndüğü hafızalardaki yerini korumaktadır.

Fakat köylünün azmi ve gayreti sayesinde Halamaz köyü yeniden kurulmuştur.

*

İncelemelerimin bir neticesidir ki Taşova genelinde, köyden köye benzer adetler vardır. Bütün bu adet, gelenek ve göreneklerin uygulama biçimlerinde fazla açığa çıkmayan farklılıklar mevcuttur. Hatta konuşma ağzında bile yerleşim birimleri arasında kelime yapısı itibariyle fazla olmasa da bazı ayrı gayrı özellikler görülmektedir.

Halamaz köyü hakkında internet üzerinden yazan insanlara teşekkür etmem gerekiyor. Zira bilgi çağında bilgi toplarken zorlanmak, kesin bilgilere ulaşamamak basit bir mesele değil. Bundan dolayı memleketim adına üzülüyorum. Sanıyorum günden güne sözlü kültür dahi yok olup gitmek gibi bir derde düşmüş…

Yöremizde harman mevsiminin bitmesini takip eden günler gelip çattığında bu defa mısır kırımı günleri başlardı. Mısır kırıldıktan sonra kağnı çetenine doldurularak eve getirilmekte

ve evin çardağına veya boş bir odasına boşaltılmaktaydı. Sonra havaların soğumasına kadar mısırı kapçığından yahut kılıfından soymak ve serende kurumaya bırakmak gerekmekteydi. Genel olarak mısır soyma işi akşam ezanından sonra üç beş kişinin marifetli ellerine bakıyordu. Bu iş için bir iki komşunun davet edilmesi de olağan bir durumdu.

Komşular çağrıldığına göre adetten ve ikram olmak üzere sofra da kuruluyordu. Halamaz hakkında yazan kişi belki unutulmakta olan bir kelimeye yer vermiş: “Yatsunluk” veya onun yazdığı haliyle “Yadsunluk!”

Sofraya konulan yemekten, ekmekten, aştan bahsetmiş:

“Pahlalu tarhana çorbası, güdül, haşlanmış veya közlenmiş mısır, külekten tereyağı, delikli fırın ekmeği, sac yağlısı, sıcak sac ekmeği ve mevsimi olması hasebiyle Amasya misketi ve sınap elması…”

Burada “pahlalu” kelimesi yöre ağzına göre yazılmış. Fasülyeye yörede “pahla = bakla – kelime yöre ağzında dönüşmüş olmalı -” denilmektedir. Ancak bundan “ak pahlayı” ayırmak icap ediyor gibi geldi bana. “Ak pahla” sanıyorum “şeker fasülye” manasında kullanılıyordu. Bir de galiba Mısır ekilirken birlikte tarlaya saçılan “beyaz fasülye” mısır kırımına geçilmeden önce toplanmaktaydı…

Halamaz köyü gelenekleri içinde bir espri

mahiyetinde olmak üzere mısır soyma esnasında kaynana gelin çekiştirmelerine ve dedikodularına değinilmiş. “Şıpıdık” ve “gece

öğretmeni” kelimeleri kullanılmış. Bu iki kelimeyi de biliyorum ancak ikincisi “gece hocası” olarak kulağımda kalmış. Yörede bütün yerleşim birimlerinde bu kelimelerin kullanıldığını düşünüyorum.

Bir önemli gelenek de kadın ve kızların yolda karşılaşmaları durumunda, erkeğin önünden geçmemeleri haliydi. Kadın ille de erkeği beklemek zorundaydı. Yani acaba erkeğe öncelik ve yol verilmesi hangi koşullarda oluşmuştu? Bu durum saygıya ve hürmete binaen mi adetlere girmişti? Çünkü toplumda kabul görmüştü.

Bir anım var bu durumla alakalı:

Yeni yetmeliğimde rahmetlik Isıtmapınarlı Emine ebeye, evinin karşısındaki fırına gelip geçerken bazan rastlardım ve zamanla karşılaşmalarımızda beni beklediğini fark ettim. Bu durum beni rahatsız etti. Benim çok çok büyüğüm ve öte yandan Halamaz’dan gelip Oba’ya yerleşen Tostuk’un Emin’in torunu Recep emminin karısıydı. Yani bizim Tostuklar boyunun bir ferdiydi. Bu ise kendisine iki kere saygı duymamı mecbur kılıyordu. Evvela bir büyüğüm olarak akrabam olmasa da saygıyı hak ediyordu.

Bir gün yine aynı şekilde karşılaşınca geçmek istemedi. “Ebe, sen geçmedikçe ben geçmem” dedim. Diretti. Eline sarıldım, öptüm ve alıp karşıya geçirdim. Böylece alıştı ve başka zaman daima gülümseyerek geçti, beni beklemedi. Sekiz aylık kısa dönem askerliğim dolayısıyla hemen evinin yanında bineceğim arabayı bekliyordum ki baktım yanıma gelmiş soruduyor. Beni yolcu etmeye inmiş aşağı soğuk Karakış günü. Kendisini daima rahmetle yad ediyorum.

Köylerde bizim yörede meşhur bir adet daha vardı. Bu adete aklım sırrım ermedi bir türlü. Hala da ermez. Geleneksel hanelerde evlenen evlatlarla ebeveyn aynı çatı altında yaşarlardı. Torun torba doğduğunda ana baba, ebeveynin yanında çocuğunu kucağına alamazdı, alıp sevemezdi. Aynı çatı altında olmasalar dahi bu gelenek geçerliydi. Kağıda yazılmamış kesin ve keskin kuraldı sanki. Hatta yakın ve akraba olan büyükler de bu duruma dahildi. Eğer şaşar ve yanılır da böyle bir şeye tevessül edilirse bu ancak dedikoduya mahal vermekti, kınanmaktı.

Acaba saygı bu muydu?

Bir başka gelenek de yine anlam veremediğim

“yaşmak tutma” hadisesiydi. Bugün hala devam ediyor mu, haberim yok!

Halamaz köyünde, çevrede her köyde olduğu gibi “Çağla çığırma” geleneğinden bahsedilmiş.

Halamaz’da adına Hakı Ramazan diyorlar. Çocuklar 14’ncü Ramazan akşamı bir araya gelerek Hakı Ramazan manisi eşliğinde köyde her kapıya uğruyorlar. Aynı gelenek Zuday’da “Sepet Sallama” adıyla her köyde olduğu gibi Ramazan ayının 14’ünü 15’ine bağlayan gece tertip ediliyor. Toplanan öteberi börek çörek çay sofrasında eğlenceye dönüşüyor…

Genellikle usul aynı fakat manilerde bazı küçük farklar var. Halamaz’da Hakı Ramazan manisi şöyle:

“Hakı Ramazan el mübarek

Hakı Ramazan hoş mübarek

Çığıra çağıra geldik kapına

Çığırdık devletine

Devlette var bir pınar

Ne akar ne diner

Ondan içen huriler

Allah Allah dediler

Yağ verenin oğlu olsun

Un verenin kızı olsun!”

Bu demece bizim Oba köyünde biraz değişik sözlerle ifade ediliyor:

“Hey kayısı kayısı

Yere düşen iyisi

Bal olmazsa yağ olsun

Gadingeler sağ olsun

Yağ verenin oğlu olsun

Un verenin kızı olsun!”

Bu gelenek henüz yaşatılıyor Taşova genelinde. Fakat Taşova hakkında her hususta ne denli az bilgi mevcutsa yazın alanında, bu gelenek hakkında da o denli az bilgiye ulaşabildim.

Bayramlar, düğünler, gurbete ve askere gidenlerin yola koyulması veya karşılanması gibi konular da var ancak yazının bundan sonraki kısmında başka bahislere yer vereceğim için burada konuyu bitirmek istiyorum.

*

Bugünkü Taşova ilçesi köyleriyle birlikte tarihe ve geçmişe damga vurmuştur. Bu sözü böyle eğmeden bükmeden söylerken zerrece abartmadığımı düşünüyorum. Tarihi Sonisa şehri bu konuda apaçık ortadadır. Destek Çayı vadisi, Kelkit vadisi ve Yeşilırmak vadisi hepsi birlikte şüphesiz her devirde memleketin bereket kaynağıdır.

Amasyalı Strabon, Taşabad vadileri, ovaları, yazıları ve yaylaları için eserinde “Pandöksen” adını kullanmaktadır. Bu adıyla Taşabad tarafları Tonorova’dan ayrı bir ad ile mi biliniyordu? Belki de! İç içe geçmiş vadilerde ve ovalarda yer adları da sanki iç içe geçiyor…

Hakikat olan bir şey var ki o da iki bin beş yüz sene önce bile bu bölge uygar ve medeni bir memlekettir.

Bu bahiste Üstad Arkeolog Ali Önder’in iznine sığınarak Darma- Dereli hakkında yazmış olduklarından birkaç cümle paylaşmak istiyorum.

“Dereli köyümüz de bu hususta çok şanslı yerleşim yerlerinden biridir. Çünkü ünlü coğrafyacı Amasyalı Strabon’un Geographika

adlı yapıtına koyduğu haritada yer almaktadır.”

Yazıya şöyle devam ediyor:

“Bu yapıttaki haritada Dereli köyümüzün olduğu yerde Kolea yazıyordu. Kolea, tam bugünkü Dereli köyü Cenüklü veya Canikli şehrinin kalıntılarının olduğu yere yerleştirilmişti.”

Çok uzun bir yazı oldu. Ne diyeyim, bazan kalem yazma konusunda hevesine mağlup oluyor.

22 Şubat 2021

E n v e r S e y h a n

***

Notlar:

A-

(1) Tostuklar Bilgi: D. Tuna.

(2) Karataş Bilgi: İ. Küçükbaş.

(3) Karataş Bilgi: İ. Küçükbaş.

B-

Memiş adı ve Memişoğulları boyu konusunda Bilgi: F. Seyhan.

C-

Tarihi, iktisadi ve coğrafi konularda Sonusa, Zuday, Destek, Taşabad ve son yüz seneden beri Taşova’dan söz edildiğinde Sivas şehrinin adı geçmektedir. Çünkü Sivas şehri Türk milletinin Anadolu’da yerleşmesinde ve kökleşmesinde önemli bir kenttir.

Osmanlı Devleti zamanında evvela Eyalet yönetim merkezi olarak Amasya, Sonisa, Doğu Karahisar, Trabzon, Canik, Divriği ve Tokat sancaklarının idari merkezidir. Daha sonra Vilayet yönetim merkezi olarak Sonisa, Amasya ve Tokat kazalarının tabi olduğu bir şehirdir.

Bu itibarla bölgemizin uzak ve yakın geçmişinde Sivas önem ve ehemmiyet arz etmektedir.

D-

Evvelce birkaç defa albaştan yaptığım gibi Sonisa kazası 1840 yılına kadar fiili olarak yörenin yönetim merkezidir. Sonisa’da Menzilhane, Kadı ve Subaşı bulunmaktadır. Sivas şehriyle Sonusa şehirlerinde görev ifa eden kadıların yevmiyeleri müsavidir. Eşit yevmiyeler dikkate alındığında devrinde Sonisa şehri Sivas şehri kadar önem ve kıymete haizdir.

Ayrıca Sivas eyalet ve vilayet konumuyla geniş topraklara sahip bulunduğundan dolayı göç yollarının uğrak ve durak yeri olmuştur.