Bu toprakların insanını anlatan, kaleminden memleket damlayan, anlattıkları ve anlatma tarzı ile içinde kendimizi bulduğumuz yazarların berceste diyebileceğimiz satırların yazılı olduğu kara kaplı defterimizin sayfalarını ara sıra haz duyarak aralayıp okuma arzusu duyuyorsak orada bizi yansıtan, insan için söylenen sözlerden tat aldığımız içindir.

         Kara kaplı defter demiştik ya işte onun sayfaları arasına beğenerek not aldığımız Anadolu’yu, o topraklarda yaşayan insanımızı ve onların “Uzun Hikâye”sini anlatan yazılarını zevkle okuduğumuz Mustafa Kutlu’nun şehir siluetlerinin gökdelenlerle bozulmasına duyduğu tepkiyi dile getiren satırlarını, sizler günümüz betonlaşmasından rahatsızlık duyan okuyucularımızla paylaşmak istedik…

         Yahya Kemal “Türk İstanbul” yazısında şunları söylüyor:

         “Şehirlerin silueti onun hangi esasa, fikre, inanca, güce, medeniyet ve estetiğe mensup olduğunu ortaya koyar. Eski şehirler dünyanın her yerinde dini düşüncenin inancın siluetini taşırlar. Budistlerin pagodaları, mabetleri; Hıristiyanların katedral ve çan kuleleri, Müslümanların kubbe ve minareleri, paganların piramitleri…

         Asude bir hayatın temsilcileri olan Anadolu insanının ürkerek izlediği o devasa apartmanlara, gökdelenlere serzenişte bulunur;

                   Gökdelen nedir gökdelen?...

         Firavundan miras kalan ve tanrıya kafa tutan bir kule mi? Yoksa çağdaş küresel fikriyatın dünyayı istila eden zihniyet sembolü mü? Evet, o.Nereye bir gökdelen dikilmişse, orada paganist gücün paradan başka ilah tanımayan kanunu geçer.

         Gökdelenlerin Pera-Maslak hattında oluşturdukları siluet, sur içi İstanbul’un kubbe ve minarelerden oluşan siluetine meydan okuyarak “Güç Bende” diyor.”

         Anadolu’nun küçük kasabalarında yaşayan sakin bir hayatın insanları televizyonlarda ancak ağa oğlunun yaptırabileceği büyüklükteki o üst üste göğe yükselen devasa apartman bloklarının reklamlarını izlediklerinde hangi duygular içinde olurlar acaba?...

         Son yıllarda şehir kültürü ile ilgili yazıların artması, kitapların çoğalması şehirlerimizin elden çıkmasına duyulan tepkinin sonucu olsa gerek.

         Yakın bir tarihe kadar tüm şehirlerimizin kendine özgü bir kimliği vardı. Kimseye benzemeyen, tek olan ve nev-i şahsına münhasır bir geçmişi olan kimlik… Ve de medeniyetle bir bağ oluşturan silueti vardı şehirlerimizin. Şimdi gidiniz Karadeniz’e şehirleri sadece levhalarından ayırt edebiliyorsunuz. “Fotokopi Şehirler” haline dönüşmüşler, her yanı beton bloklar kaplamış.

         Şehirleşme uzmanları evler ve şehirler kurarken önümüze iki seçenek sunuyorlar:

         “İlki; hırslar ve hevesler uğruna, çok kat, çok mal, çok para, çok kar elde etme temel hedefleriyle inşa edilen, çevreyi ve tabiatı acımasızca tahrip ve yok ederek yapılan apartmanlar, siteler, kuleler ve gökdelenler gibi rant binalarının oluşturduğu bugünkü devasa “Dikey Şehirler” modeli…

         İkincisi ise; insana insanca yaşama imkânı veren, tabiat ile ahenkli, ağaçlar ve çiçekler arasında bahçeli nizam evlerden müteşekkil, az katlı ve müstakil olarak inşa edebileceğimiz “Yatay Şehirler” modeli.

         İlkinde çok kat, çok para, çok kar var; fakat insan yok, his yok, huzur yok, insanlık yok.

         İkincisinde belki rantlar yok, katlar yok lakin tabiat var, ağaç var, sağlık var, komşu var, ahenk var, aile var kısaca insanca hayat var.”

         Anlatırlar yıllar önce bir İtalyan mimar İstanbul’u bir de helikopterle havadan görmek istemiş. Şehri yukardan seyrettikten sonra;     

         “Bu şehri Mimar Sinan’ın torunları inşa etmiş olamaz” demiş.

         Batılı ülkeler apartman hayatının olumsuz sonuçlarını fark ettiklerinden konut politikalarını değiştirip insana insanca yaşama imkânı veren bir konut politikasına yönelmişler. Biz rant bloklarını son hızla yapmaya devam ediyoruz.

         Öncelikle başta İstanbul olmak üzere betonlaşan tüm il ve ilçelerimizin inşaat mühendisleri, mimarları ve şehrin planlanmasından sorumlu belediye yetkilileri; eşref-i mahlukat denen insanımızın bilmem kaç katlı apartmanın filan dairesine mecbur bırakılacak kadar kıymetsiz bir varlık olmadığını idrakle, eski mahalle hayatımızı bize geri getirecek bir konut politikasına yönelmeyi ne zaman düşüneceksiniz?...

         Gökdelen’e karşı olanların katıldığı bir televizyon programında dile getirilen bir gerçek, betonlaşmaya ve gökdelen’e hayır diyenlerin ön görüsüydü:

         “Elli yıl sonrasının siyaset adamlarının en önemli vaatlerinden biri gökdelenleri yıkma vaadi olacaktır”…

 

27.11.2012