Çok eskilerde “ölü ağlayıcıları” varmış. Varlıklı ailelerin cenazelerinde parayla ağlarlarmış. Son yıllarda bazı TV kanallarının tartışma programlarına çıkan bazı tipler ölü ağlayıcılarına benziyorlar. Siyasi gücün yandaşı olmakla yıldızı parlayan, cebi dolan yeni dönemin bu ölü ağlayıcıları hangi dünyaya kulak kesilmişlerse öbürüne sağır bir tavırla hepimizi çoğunlukçu ve kavgacı yaparak ülke insanımızı yeni bir konuşma ve düşünme biçimine zorluyorlar.

            Bugün kalemini ve kelamını Allah rızası ve millet bekası için kullanması gerekenler kamunun dertlerini, taleplerini dikkate almaktan ziyade kamuya neyi nasıl satarız, izleyicilere neyi nasıl benimsetiriz derdindeler.

            Değişen ülke gündemine göre her akşam değişik TV kanallarına çıkan ve serbest atış, objektiflikten uzak analizler yapıp üç gün sonra söylediklerinin tersini de aynı rahatlıkla dile getiren dünyaya ve yaşama dair her şeyi çözmüş sürüsüne bereket ölü ağlayıcıları demokrasilerdeki yerlerini ne zaman hatırlayacaklar, ne zaman demokrasinin dördüncü gücü olduğunun ayırdında olacaklar.

            İki farklı gazeteden okuduğum iki haber bir vatandaş olarak düşündürdü bizleri. Haberin biri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a Başbakan olduğu dönemde facebook üzerinden hakaret ettiği iddiasıyla yargılanan bir üniversite öğrencisinin 6bin tl lik para cezasına çarptırılmasıydı. Avukatın üniversite öğrencisinin bu eyleminin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği hakaret kastı olmadığı, eleştiri hakkını kullandığı ve şikâyetçi taraf siyasetçi devlet idarecisi olduğu için eleştirilere katlanmasına dair içtihatın da olduğu ileri sürülüp beraat talep etmesine rağmen mahkeme üniversite öğrencisinin 6bin tl yi 20 eşit taksitle ödemesine hükmediyor.

            Bir diğer haber de Süleyman Demirel ile ilgili eski bakan Yaşar Topçunun anlattıklarıydı.

            “Yıl 1979, Süleyman Demirel Başbakan ben de partinin müşaviri ve Demirel’in avukatıyım. O günlerde bir ilçemizdeki Asliye Ceza Mahkemesinden yazı gelmişti. Yazıda Başbakan’a söven bir kişinin tutuklandığı belirtiliyordu. Bunun cezası da ağırdı. Yazıda suçtan zarar gören kişi olarak Başbakan Süleyman Demirel’in, tutuklu kişiden şikâyetçi olup olmadığı soruluyordu.

            Demirel’e bu durumu anlatınca güldü. Bir yandan da tutuklanan vatandaş için üzüldü. Bana aynen şunları söyledi:

            “ Bu ülkenin vatandaşı durup dururken Başbakana hakaret etmez, sövmez. Biz farkında olmadan adama ne kötülük etmişizdir. O da canı yandığı için yaratana sığınıp sövmüş, basmıştır küfrü. Adamı içeri atarak, tutuklayarak cezalandırmanın ne gereği var. Senden ricam, hemen partiden bir araba al, bana söven adamı cezaevinden çıkması için hukuken ne yapılması gerekiyorsa yap.”

            O ilçeye giderek müdahil dilekçemi verip duruşmaya katılıp sanıktan şikâyetçi olmadığımızı, Başbakan’a söven şahsın tahliyesini, Başbakanın da talebinin bu yönde olduğunu söyledim. Savcı da, hakim de, isteğim karşısında adeta dona kaldılar ve duruşmaya ara verdiler. Az sonra mübaşir “hakim bey sizi rica ediyor” dedi. Odasına gittim, bana “ Süleyman Bey nasıl bir adam böyle? Meğer kendisini çok yanlış tanımışım” dedi. Böyle bir olayla ilk kez karşılaştıklarını anlattı ve vatandaşın tahliyesine karar verildi.

            Bundan sonra ne mi oldu? Serbest bırakılan vatandaş, Demirel’in avukatı Yaşar Topçunun eline sarıldı ağlayarak “ Başbakanımdan özür diliyorum. Onun da ellerinden öperim. Keşke dilim kurusaydı da o küfrü etmeseydim diyordu.”

            Siyaset adamlarını ölümsüz kılan onlar üzerinde yapılan tartışmalardır. Ne hazindir ki bu iş bizim toplumumuzda övmek ya da yermek şeklinde bir tutumla yapılmaktadır. Çok yönlü bir tenkitçi ve yaşatıcı tavra henüz alışamadık. Bizi yöneten, şu veya bu şekilde millet de bir etki bırakmış liderlere ya kızdık ya âşık olduk. Oysa onları doğruları ve yanlışları ile değerlendirmeliyiz.

            Örneğin sadece yaşadığı ve söylendiği zamana ait olmayan, her çağda yankı bulan kabul gören sözlerle de anlatıldığı gibi…

                        Yüz de ısrar etme, “Doksan da olur”

                        İnsan dediğinde, “Noksan da olur”

                        Sakın büyüklenme, “Elde neler var”

                        Bir ben varım deme, “Yoksan da olur”

                        Hatasız dost arayan, “Dosttan da olur”

                                                                                              Hz. Mevlana

            Ve de mütefekkir Samiha Ayverdi’nin düşüncesini salık vererek.

            “Bir kimseyi affetmek ve mazur görmek için, o kimsenin kendisi gibi duymaya ve düşünmeye gayret et. Başkasının ayıbını kendi ayıbı, başkasının günahını kendi günahı bilen kimse için, hataların ve ayıpların hoş görülmesi ne kadar kolaylaşır.”

            Yunus’un ruhunu inciten bir çağ yaşıyoruz…       

       12.2014