Basit bir örnektir, kuyrukta bekliyorsunuz ve gişenin arkasındaki memur özellikle yavaş hareket ediyor.Buna hemen kızmak yerine, kendinize hemen sorun.Bana ne öğretmeye çalışıyor?...
Öğrenmemiz gereken ders “Halden Anlamak” olabilir. Neden bunu bana yapıyorlar sorusundan; “Bana ne öğretmeye çalışıyorlar” açısına çevirmek.
Türkiye’yi on bir yıldır yönetenler Taksim Gezi Parkıma dokunma, yeşilime dokunma diye gösteri yapanları anlamaya çalışmadılar, onları işgalci olarak değerlendirdiler. Bu gençler bana ne öğretmeye çalışıyorlar diye sormadılar kendi kendilerine. Eylemcileri kazanmak, onlar bizim gençlerimiz, geleceğimiz basiretini göstermeyip anlamaya çalışmadan şefkat yerine şiddeti yeğlediler.
Sonucu yürekleri inciten bir dökümle açıkladılar. Bilmem kaç trilyonluk zarar olduğunu ifade ettiler. Dört canın gittiğinden, onlarca kişinin göz kaybından binlerce yaralıdan söz etmediler. Bir canı, bir gözü trilyonlarla ifade edebilir miyiz? Bir insanın, bir vatandaşın değerinin farkına varmazsak bir ulusun değerini bilebilir miyiz?
Aynı günlerde Brezilyada bir eylem yapılıyordu. Bizim başbakanımız barışçı gezi direnişlerini “Çapulcu” diye nitelerken, Brezilya Devlet Başkanı günlerdir ülkenin altını üstüne getiren on binlerce göstericiyle gurur duyduğunu söylüyordu. Yürüyüşlerin büyüklüğünü demokrasinin gücünün göstergesi olarak değerlendiriyordu. Biz polis gücümüzü biraz daha artıracağımızı söylüyorduk.
Şair Mehmet Emin Yurdakul’un şiirini hatırlarsınız;
“Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et
Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.”
Bir ülkede demokrasinin en sağlıklı güvencesi meclis, milli iradenin temsilcisi iktidar ve muhalefettir. Hadi muhalefeti geçelim onun görevini doksanlı gençler yapıyor, iktidar milletvekillerine ne demeli. İktidarın 327 milletvekili var. Maalesef sadece biri dışında hepsi susuyor, konuşamıyor. Nerede millet iradesi, nerede milletin temsilcileri.
Şair Yurdakul gibi diyoruz ki milletvekilleri düşünce üretemeyen konuşamayan bir millet, sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.
Camiye ayakkabıyla girildi, içki içildi, başörtülü bacımıza saldırıldı gibi iddialar lanetlenmelidir elbette. Gereği de yapılmalıdır. Diyelim ki töreyi, yöreyi, küreyi ve kendini bilmez değerlerinden habersiz bir şerefsiz bunları yaptı. Böyle bir iddia miting meydanlarında dile getirilecek sözler midir? Bu dil ayrıştırıcı, bölücü, tahrik edici bir dildir. Kamplaştırıcı bir dildir. Barış dili değildir. Sayın Başbakana
Kara kaplı defterimize siyasetle uğraşanlara yol gösteren birkaç nasihat niteliğinde notlar almışız.
— Halka kulak veriniz ve onun ne söylediğini iyice dinleyiniz.
— Danışmanlarınız ne kadar güvenilir olursa olsun, halkın içindekiler, gerçekleri daha iyi görürler, onlarla görüşmekten çekinmeyiniz.
— Karar alma yetkisine sahip görevliler önemli bir karar alırken sorumluluğu paylaştıkları kişilere mutlaka şunu sormalıdır:
“Acaba bir haksızlık yapıyor muyuz?”
— Gerçek bir devlet adamı, gelecek seçimleri değil, Türkiye’nin geleceğini düşünendir.
Geçmişte hükümdarlar hiddetlendiğinde eski hükümdar türbelerinin anahtarları önlerine atılırmış. O da derhal yumuşar ve eski haline dönermiş. Sayın Başbakanımız da üç günlük iktidar için ömür boyu ihtiras kazanında kaynatılmak ve yaratanın barış ve dostluk içinde yaşamamız için bize nimet kıldığı dünyamızı sen ben kavgasına boğmayacağımızı bize tavsiye eden bir ekolden geldiği için şu kızgın öfkeli tavrını bir an önce terk etmelidir.
31 Mayıstan bu yana olanları neden bana bunu yapıyorlar sorusundan “Bana ne öğretmeye çalışıyorlar” açısına çevirmelidir. Bize Sivas eski Valisi Reşit Akif Paşanın söylediklerini haklı çıkarmamalıdır.
Mülkü tahrip eyledik zevk-i riyaset namına
Adli yıktık, halkı mahvettik, siyaset namına…
Ve bütün bu olan bitenden sorumlu olan ey seçmen sana sesleniyoruz:
Egemenliğin kaynağı sensin!
Devlet adamından ve politikacıdan yakınmak hakkı senin. Meclisi sen eleştirir, devlet ulularına iktidarı sen verirsin. Politikacıyı meclise sen gönderirsin.
Bil ki SEÇİM GÜNÜ senin günündür.
25.06.2013