HAYDİ ABBAS! (Naci Konyar)
Cahit Sıtkı Tarancı’ya ait bir şiirin adıdır “Haydi Abbas”… Şair bu şiirinde maziye olan hasretini dile getirir. Bu şiire yıllarca kimse dokunmadı. Şiir olarak beğenildi, muhabbet mekânlarında dillendirildi. 1988 yılında Onur Akdoğu hicaz makamında notaya döktü Cahit Sıtkı’nın Abbas’ını. Mustafa Keser’in konserleri ile de şöhrete ulaştı “Haydi Abbas” şiiri şarkılaştırılarak.
Ahmet Muhip Dıranas’ın 1984’de de filmi yapılan Fahriye Abla şiiri için kendi ününün önüne geçmesinden rahatsızlık duyduğunu söylerler. Sanıyoruz yaşayıp görseydi Otuz Beş Yaş şairi de Dıranas gibi şiirinin şarkılara söz olarak alınmasından sonraki şöhretinden rahatsız olduğunu söylerdi diye düşünenlerdeniz. Gelin bu güzel şiirin hikâyesini Cahit Sıtkı Tarancı’dan dinleyelim:
“Abbas, büyükannesinin ona anlatmış olduğu bir hikâye kahramanının adıdır. Hikaye şöyle; Padişahın küçük oğlu rüyasında gördüğü sarı saçlı, mavi gözlü, selvi boylu son derece güzel bir kıza aşık olur. Bulmak amacıyla yollara düşer. Bir kuyunun yanından geçerken kuyudan su çekmekte olan yaşlı nineye yardım eder. İhtiyar nine memnun olur. Şehzadenin sırtını okşar ve saçından kopardığı iki teli ona vererek der ki: -Oğlum, başın darda kalınca bu iki kılı bir birine çakarsın. Karşına iri yarı bir Arap çıkar, korkmayasın. Adı Abbas’tır.
Ninesinin hikayesinde anlatmış olduğu Abbas kahramandır, heybetlidir, yardımseverdir. Uykusuz gecede yârin hicranıyla yandığında sevgilin ne kadar uzakta olursa olsun alıp getirir, seni şad eder diye anlattığı Abbas’tır.
Cahit Sıdkı, yedek subaylığını yapmak üzere kıtaya gittiğinde o yıllarda yedek subaylara emir eri veriyorlardı. Bölük komutanı emir erini bizzat seçmesini tembih ediyor. Şair bölük yazıcısından künye defterini istiyor. Yaprakları tek tek çevirirken Abbas oğlu Abbas ismi gözüne ilişiyor. 331 doğumlu Midyat’ın Cobin köyünden.
Nöbetçi çavuşunu çağırtıyor yemekten sonra Abbas oğlu Abbas’ı göndermesini söylüyor. Parka doğru yürürken arkasından bir erin koşarak geldiğini görüyor. Er esas duruşta selam çakarak –Emrine geldim Komutanım diyor. Künyesini bir çırpıda söylüyor. Gelen Abbas’tır. Türkçesinin kıt olduğunu ama bu halini şirinlik olarak değerlendiriyor şair.
Abbas’a dairenin alt katında bir oda hazırlanır. Abbas Cahit Sıtkı’nın emir eri olur. Evin temizliğinden, intizamından, çarşı alışverişinden, elbiselerin bölük terzisinde ütülenmesine kadar her işi büyük bir disiplin içinde yapar Abbas.
Emir erleri sakatlar arasından seçiliyormuş. Abbas’a baktım. Sakata benzemiyordu. Karşımda esas vaziyette duran Abbas’a –Sen sağlam, yoksa sakat, -Ben sakatım komtanım, -Ulan senin neren sakat. Sol kolunu gösterdi. Anladım çolakmış.
Bir yaz akşamıydı. Tümen komutanına teftiş vermiştik. Yorgun argın eve dönmüştüm. Bir kırk dokuzluk çekmeden bu yorgunluk çıkmazdı. Emir erine seslendim: -Abbas, -Buyur Komtanım, -Al şu iki buçuk lirayı, bana bir 85’lik (O zaman kırk dokuzluk ancak 85 krş. Olmuştu.) bir kebap, domates, hıyar salatası, yoğurdu bol bir patlıcan kızartması. Haydi bakalım marş. –Baş üstüne komtanım.
Kerahat vakti gelmiş sayılırdı. Abbas günü geçmiş gazeteleri sermiş olduğu masanın üstüne nevaleleri düzmüş, buz da getirmişti. Abbas’ı da yanına çağırdı. Onunla beraber hem yudumlandılar hem de sohbet ettiler. Ona memleketten mektup gelip gelmediğini sordum sonra Abbas’a –Sen beni seviyor Abbas. –Helbet seviyorum komtanım. –E… niye seviyor. –Sen iyi komtanım. (elle kalbini göstererek) Sen kalp temiz komtanım. Hoşuma gitti. Emir eri tarafından sevilmek bir subay için büyük mazhariyet ve bahtiyarlık. Dayanamadım –Yaşa be Abbas. –Sağ ol komtanım.
Abbas’la muhabbet koyulaşırken şair bir yandan da kadeh üstüne kadeh yuvarlıyor ve gençliğinin güzel günleri ve İstanbul gözünün önüne geliyor. Orada ki ilk sevgilisini hatırlıyor ve Abbas’tan medet ummak sevdasına düşüyor. –Abbas, sen İstanbul’u bilir. –Bilir komtanım. –Sen Beşiktaş’ı gördü. –Gördü komtanım. –Ben seni İstanbul’a gönderecem, gider? –Gider komtanım. –Sen tramvay binecek. Beşiktaş inecek, ben sana adres verecek. Orda var bir kız, benim sevgili. Ben onu çok seviyor Abbas. –Sen kaçıracak o kız, getirecek bana.
Ertesi sabah Abbas beni uyandırdı. Baktım Abbas’ta bir yol hazırlığı var. Halbuki ben unutmuştum bile. Meğersem o, kız kaçırma işini ciddiye almış. Abbas dedim. –Buyur komtanım. –Bu ne Abbas. –Ben İstanbul’a gidiyor. Sen söyledi komtan. –Sen beni sevgili getirecek. –Helbet getirecek komtanım.
Akmayacak cinsten yaşlar toplandı gözlerimde. Elimle sırtını okşadım ve bir şey ilave etmeden kapıyı çekip sokağa fırladım. Yolda düşünüyordum. “Canım Abbas, Hayırlısı ile şu dünya vaziyeti bir düzelse de, seni memleketine tarlana çiftliğinin çubuğunun başına, çoluk çocuğunun yanına göndersek.
Bana gelince senden kat kat memnun oldum Abbas. Bana maziye hasret duyanlara gençliklerini anımsatan dizelerin ilhamı oldun. Beşiktaş’a götürdün beni, gençliğimi yaşattın yeni baştan.
Bazı hikayeler vardır. Halde güzellik bulamayanlar orada mazinin zevkini duyarlar, hissederler, tıpkı “Haydi Abbas” şiirinde olduğu gibi…
Haydi Abbas vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlünce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye.
Ve zaman.
Katıp tozu dumana,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.