Köye dönüş hayali gerçekleşir mi bilmem ama geçmişte köyle alakalı anıları olan bizler hayalde de olsa köye dönüyoruz. İnsan çocukluğuna doğru gidiyor eskiyi düşünürken…
Önce dedemin her hafta pazar eksiğini düzmek için köyden kasabaya getiren sonra kasabadan köye götüren eşeği aklıma geliyor. Renkli bir semer tahta kısımları kırmızı desenlerle süslenmiş, her iki yanında pazar alışverişinin konulduğu işlemeli heybenin bulunduğu, o canlı güzel kara gözleri parlak derisiyle o zamanların gözde tek bineğiydi eşekler. En iyi eşeklerin Merzifon ve Zile pazarlarına satıldığı bilinirdi. O zamanların köy hayatında mahsun gözlü, kuyruğunu ve kulağını ağır hareketlerle kıpırdatan bu güzel hayvanla insanımız yolculuk ve yoldaşlık eder, ot taşır, odun taşır, tütün taşır, kısaca evin yükünü taşırdı. Geçmişte her köy evinde bulunan emektar eşekler şimdilerde yerlerini traktör ve taksilere bıraktılar. Hayatımızdan çekilip gittiler. Zamanın şehir çocukları onları resimlerinden tanıyabilecekler artık…
Kırmızı biberler asılı bahçeli beyaz bedanalı evlerimizin tavuklarını, horozlarını balkon çocukları tanımıyor. Onların aklına tavuk denince marketlerde paketlenmiş tavuklar geliyor. Zamanımızın apartman çocukları kümesi dolayısıyla tavuğun yumurtalar üzerinde kuluçkaya yatıp sonrada arkasına bir sürü civciv katarak çayırda kurum satan yürüyüşünü görmedikleri için tavuk ve horozdan korkan çocuklar görüyoruz.
Atlar köy hayatından çekileli nice oldu. Çocukluğumuzda han denilen bu günün tabiriyle hayvan otoparkı diyebileceğimiz mekanlarda gördüğümüz kır, doru, yağız atlar kış mevsimlerinde kuş yakalamak için kuyruklarından kopardığımız “kılcan” dediğimiz av düzeneğini sağlayan kasaba panayırlarında yarışan ve eşek gibi evin seyahat ve taşıma ihtiyacını gideren bu asil hayvanları şimdilerde Cumhurbaşkanı koşularında, at yarışı kumarlarının elemanları olarak ve merasim törenlerinde görebiliyoruz.
Ya eskilerin her evin bereketi, sütü, yoğurdu, peyniri, kaymağı, ayranı bize veren ahırlarımızın demirbaşı ineklerimiz. Sabahları sığıra vurulan, akşamları ahıra dönerek yaşadığı evin ihtiyacını gören bu mübarek hayvanlar oluşan şehir hayatıyla kaybettiğimiz bahçeli evlerimizin kaybolan mekanı ahırlarıyla birlikte kaybolup gittiler. Artık süt, yoğurt ve peynirimizi avmlerden televizyon ekranlarının reklam güzelliklerine göre tercihe yöneldik.
“İrençperler hoşca tutun öküzü” mısrası size neler hatırlatıyor. Binlerce yıl insanoğlunun hizmetinde hiç yüksünmeden çalışan bu mütevazi sevgiliyi de ne yazıkki Massey Ferguson’a değiştik. Unuttuk…
Güvercinler… Çocukluk hayatımızda anısı olan güzel hayvanlar güvercinler için önce tahtadan küçük bir kafes yapma mesaisi sonra denkleştirdiğimiz 2,5 TL ile Tomak Ahmet’ten satın aldığımız güvercinleri iki üç gün kafeste tutup, alıştığını sanarak saldığımızda tekrar eski yuvalarına dönmesiyle birlikte güvercinlerimizi geri alma maceraları. Ve Amasya ilinde Mehmet Kocur kardeşimin işyerinde kafes bulunduracak derecede olan güvercin sevdası, güvercin hastalığı ve de güvercin severlerle güvercin üzerine yapılan tatlı sohbetler.
Ev kedileri de azaldı. Eskilerde her evin bir kedisi vardı. Kedi doğumları ev çocukları için bir şenlikti. Şimdilerde kediler büyükşehirlerde insanların yalnızlıklarını paylaşmak için besledikleri ve apartman sakinlerinin şikayetiyle televizyon haberlerine konu olan sevimli hayvanlarımız olarak hatırlanacaklar.
Çoban köpeklerini de artık sürülerin ardında göremez olduk. Boyunlarına takılı irili ufaklı çanların çıkardığı tatlı nağmelerle yürüyen koyun sürülerinin emniyetini sağlayan kangal köpekleri artık fabrika önlerinde, villa girişlerinde bağlı bulundukları zincirlerle özgürlüklerini yitirdiler. Sürünün yanında dik dik yürüyerek kimlik ve kişilik bulan meşhur olan bu köpekler yaşlandıklarında bırakıldıkları yabancı şehirlerin sokaklarından toplanıp belediyelerin toplama kamplarında ömürlerini tüketir oldular.
Leyleklerinde çocukluk günlerimizde ayrı bir yeri vardı. Senenin belirli aylarında Merkez Cami kubbesine ve Tekel binasının bacaları üzerinde ki yuvalarında laklaklarını dinlediğimiz leyleklere ayrıca Mekke ve Medine’den geldiklerine inanılarak hacılık izafe edilir ve kutsanırdı. Onlarda artık yuvalarını terk ettiler. Artık yüksek bacalarda leylek yuvalarını göremiyoruz.
Evet binlerce yıldır insan hayatında olan hayvanlar teknolojinin gelişimiyle birlikte birbir yok oluyorlar. Her ne kadar şehir sosyetesinin süs köpekleri evlerinde muhabbet kuşları, akvaryumlarında balıklar olsa da artık hayvanları daha çok hayvanat bahçelerinde görebiliyoruz. Bülbülü şiirlerde, turnayı türkülerde anıyoruz. Ve de övgü ve sövgü için adlarını hatırlıyoruz.
Bizler bir nesil hayvanlarla dostluk kurduk. Onlarla yaşadık. Kedi köpek güvercin besledik. Ahır gördük. Tömek gördük. Yayık sesiyle uyandık. Çalılıklardan fırlayan tavşanları önümüzden pırr diye havalanan keklik sürülerini gördük. Eşeğe ata bindik. Kümesten taze yumurta aldık. Evet görüyoruz hayvanların yerini de insanların yerini de teknoloji alıyor. Üzüntümüz teknoloji çağı çocuklarının hayvanları sadece bilgisayardan tanımış olacağı. Bize hayvanları neden seviyorsunuz derseniz günümüz insanlığını tanıdıkça hayvanları sevmeye başladık dersek haksızlık yapmış olur muyuz?