Samiha Ayverdi “ Hatıralarla Başbaşa” adlı kitabında “söz” ü anlatır;
Söz, asil bir heyecanın bir derinden seziş ve duyuşun koynunda ısınmışsa, o, taşıdığı heyecanın ruhuna ve rengine bürünür. Kal söz olmaktan çıkıp hal olur gider. Zira söz, söyleyenin şahsına, iç yapısının değerine göre mana, tat ve özellik kazanır.
Söz vardır, bir insanın ağzında ulvileşir, yücelir, yüceltir ve ateş kesilerek, dinleyende arıtıcı bir heyecan kaynağı olur. Aynı söz bir başka ağızda söner, kurur ve yavanlaşır adeta usaresi alınmış bir kabuk gibi kalır.”
Sözü, konusunun ehli, farklı kesimlerin saygınlığını kazanmış, güçlü adalet duygusu ve uzlaşma kültürüne sahip hukuk adamı Sayın Sami Selçuk söylemişse onun şahsında söyledikleri bir başka mana tat ve özellik kazanıyor.
On yıl önce okumuş olduğum “Kısıtlı Demokrasi, Sancılı Hukuk” adlı kitabında “ Yansızlık” üzerine yazdıkları da derinden sezişin, duyuşun özellikle de günümüzde yaşanan hukuk ihlallerine verilmiş bir cevap gibidir.
Sayın Selçuk yansız olmayı “insanın çevresine ve kendine karşı bağımsızlığını ilan etmesi olarak tanımladıktan sonra özellikle iki insanın, bilim adamı ve yargıç’ın yansız olması için bağımsız olması gerektiğini; bilim adamının, ulaştığı gerçekleri dış dünyaya eğip bükmeden yansıtması, yargıç’ın, hukukun ne dediğini, yasanın bütün zamanlar için geçerli temel mantığına göre uygulanması gerektiğini çünkü bilim adamı gerçekleri yansıtırken, yargıç yasayı yorumlarken artık kişi değil kurumu temsil ettiklerini bu nedenle de kendi inanç ve görüşlerini laboratuvarın ya da duruşma salonun eşiğinde bırakamayan bilim adamı ya da yargıç’ın ne gerçek bilgilere ne de doğru kararlara ulaşamayacağını anlatıyor.
Cüppesini giyen bilim adamının da yargıcın da gerçek bilgi ve doğru karar uğruna, kendi inançlarına, görüşlerine, hatta duygularına karşı da bağımsız olmaları, tutkuları ve ön yargıları ile yüklü insanı silmeleri gerektiğini bunun adının da “yansızlık ilkesi” olduğunu hukukta adalet terazisindeki tartının değişmezliği ve yasa herkes için eşit uygulanır ilkesinin yaşama geçirileceğini hatırlatıyor ve düşündüren bir örnek veriyor;
“Saburo İenega bir bilim adamı, Japon tarihçisidir.” “Japon tarihi” adlı eserinde Japon ordusunun Çin’de, Singapur’da ikinci dünya savaşında kimyasal silah kullanarak suç işlediğini yazmış, yönetim kitabın okunmasını yasaklamıştır. Ancak Japon Yüksek Mahkemesi, bilimsel ve tarihsel gerçeklerin yasaklanamayacağına karar vererek yönetimin işlemini iptal etmiştir.
Burada Japon tarihçi hiç kuşkusuz, çok sevdiği ulusuna ve ülkesinin yaralarına karşın, gerçek bilgiyi yansıtmaktan vazgeçmemiştir. Japon Yüksek Mahkemesi yargıçları da öyle. Onlar da elbette ülkeleri, ulusları üzerine titremektedirler. Ancak, onların görevi, ülkelerini, uluslarını kurtarmak değil; hukuku kurtarmaktır. Bu nedenlerle de hukuka göre karar vermişlerdir.
Görülüyor ki, bilim adamı için de, yargıç için de toplumsal ve mesleksel boyutu ile yansızlık ilkesi vazgeçilmez bir değerdir. Eğer bu değerler göz ardı edilecek olursa o ülkede bilim de hukukta ideolojilere kurban edilmiş, bilimsel gerçekler ve doğru hukuk toplumdan gizlenmiş son çözümlemede halk sahte ve iyi yüzlü bir düzenin kucağına teslim edilmiş olur diyor Sayın Sami Selçuk.
Düşüncenin, kalemin kısaca gazetecilerin hapse atıldığı bugünleri üzüntü ile takip ediyoruz. Farklı olanı, inandığı şeyleri söyleyeni doğruları dile getirenleri yargılamak değil alkışlamak gerekir. Bir düşünürün dediği gibi “demokrasilerde, kamusal yaşamda sadece insanların dini inançları ve sandıkta oyunu hangi partiye verdiği ve ülkenin savunma savaş planları gizlidir ondan başka gizli bir şey olamaz” diyor.
Anayasamıza göre “herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Basın özgürdür. Bu özgürlük bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.
Elbette beynin her ürünü söze dönüşüp dışarıya yansıtılamaz. Sövgüler, iftiralar böyledir düşünce sayılmazlar ve her düzende cezalandırılırlar. Ancak aşağılayıcı sözler kullanmamış hakaret etmemiş, haksız isnatlarda bulunmamış iftira etmemiş ve kişilik haklarını ihlal etmemişse ve de ifade özgürlüğü sınırları içinde kalınmışsa basın mensuplarının özgürlüklerine dokunulmamalıdır.
Kimin hatalı olduğuna bakmıyoruz neyin hatalı olduğuna cevap bulmaya çalışıyoruz. Bilim der ki; “ siyaset soylu ve özverili bir kamu hizmetidir ama bir tutamcık siyaset, yargıya, yargılamaya karıştırılırsa virüse dönüşür. Yargı hastalanır, kirli adalet salgılar”.
Ez cümle hükümetlerin en iyisi suçluyu korkutansa, en kötüsü de suçsuzu korkutandır.