İBNİ HALDUN’DAN GÜNÜMÜZE…
‘Coğrafya kaderdir’ sözünün sahibi 14. Yüzyılın en büyük düşünür ve tarihçilerinden İbni Haldun’un altı asır öncesinde siyaset, iktisat, tarih, kültür, sanat gibi konularda çok şeyler söylemiş olduğu ‘Mukaddime’ adlı eserinde yazılı satırları okuyanlara tanıdık geliyor.
Örneğin emek sömürüsünün ciddi boyutlara ulaştığı günümüz düzeninde İbni Haldun ‘Emek karşılığını bulamayınca üretim azalır, yetenekli kişiler iş yapmak istemez’ demiş. Emeğinin karşılığını alamadığı için çiftçilikten vazgeçen üreticilerimiz buna en güzel örnektir. Ektiğinin karşılığını alamayan girdisi ve çıktısı arasında kendi kazancı azalan çiftçilerimiz verimli topraklarını bırakmak zorunda kalıyorlar.
İbni Haldun gerçek inanları şöyle tanımlıyor; ‘Allah yolunda giden ibadetleri ve dini ile bütün olan kimseler haksızlığa boyun eğmez, haksızlığa karşı seslerini yükseltirler.’
Günümüzde belirli makam ve mevkilere gelen kişiler iş ehli olmayan kendi akrabalarını, kendi yandaşlarını mevki sahibi yapıp bunu da ‘Allah akrabaya yardım etmeyi emretmektedir.’ Diyerek İslam ahlakına ve inancına aykırı davranışta bulunmaktadırlar. Akrabayı, yakınları gözetmek yardım etmek bu dinin gerekliliklerinden biridir ancak buradan yakınlarını kayırmak anlamını çıkaranların düştükleri yanılgı ortadadır. İslam ahlakında işi ehline vermek, kul hakkı yememek esas olandır. Bunlara dikkat edilmeyince toplumda ki çürüme her yeri sarıyor. İbni Haldun bu çürümeyi 14 yy da tespit ederek günümüze çıkarmamamız gereken dersler bırakmış ama anlamamakta ısrar ediyoruz.
Bir ülkenin insanları ekonomik olarak zorluk çekiyor ve geçinemiyorsa o ülkede ekonomik rahatlıktan ve üretim çeşitliliğinden bahsedemeyiz. İbni Haldun bu nedenle, ‘Üretim çöker veya azalırsa devletlerde sıkıntıya girer’ diyor.
İbni Haldun Mukaddime adlı eserinde sık sık insan ahlakından bahsediyor. İdarecilerin hem yetenekli hem de ahlaklı kişiler olması gerektiğini, ahlak ve yetenek bir araya geldiğinde güçlü bir devlet ve refah toplumu oluşacağını ‘Adaletsizliğin medeniyeti çökerteceğini’ belirtiyor. Ve ona göre devlet gücünü elinden bulunduranlar makamları ve mevkilerini servet kazanmak için kullanmaya başladığında çöküş başlar. İbni Haldun bu nedenle ‘Devlet yöneticiliği bir geçim yolu değildir’ diyor.
Günümüze baktığımızda onun görüşleri, tespit ve incelemelerinin hala nasıl geçerliğini koruduğunu, modern diye tarif bulan bu çağın açmazlarını gördükçe İbni Haldun’un altı asır önce yazdıklarının ne kadar önem kazandığını gözlemliyoruz.
İbni Haldun sadece bir fikir adamı olarak değil aynı zamanda tespit ettiği sorunların neden kaynaklandığını ortaya koyarak çözümünü de göstererek kendi döneminin devlet adamlarını da uyarmış, düşünceleri bizlere büyük bir armağan olmasına rağmen yönetimsel hatalar bugün de yapılmaya devam edilmektedir.
Yahya Kemal’in şiirlerine benzer lezzette şiirler yazan, ilçemizde on yıl Milli Eğitim Müdürlüğü görevinde bulunan, yurdun dört bir yanından gelen şairlerle ilçemizde şiir etkinlikleri düzenleyerek bizlere şiiri sevdiren ve ilçemizin tanıtılmasına katkıda bulunan değerli şairimiz Ali Rıza Atasoy’un sosyal konulara değinen objektif bir görüş açısıyla ele almış olduğu yazılarını da zevkle okuyoruz. Yazıyla ilgili yapılan yorumları da…
Bazı okuyucular edebiyatçıların sosyal konulara değinmelerine eleştiri getirip bu tür yazıları doğru bulmadıklarını belirtiyorlar. Fazla tepkiselliğin, sınırsız siyasi angajmanın edebiyatı zedelediğini söylüyorlar. Yazar Doğan Hızlan’ın bu konudaki bir uyarısını kara kaplı defterime not almışım. Sayın Hızlan şöyle diyor; ‘Ey edebiyatçı arkadaşlar, sizi siyasi çığlıklarınız için değil, edebiyatın zarif fısıltıları için takdir etsinler.’
Bir toplumda endişe, umutsuzluk, öfke, neşesizlik, belirsizlik hissi varsa, nedenleri biliniyor ve düzeltilmesi gerekiyorsa buna ilk öncülük edecek olanlar kalem ve kelam erbabı edebiyat severler olacaktır. Onlar siyasi çığlıklarını edebiyatın zarafeti içinde atmasını iyi bilirler. Bazen sözleri bayağı, kaba kaçsa da Akif’i şahit gösterirler. ‘Sözün odun gibi olsun, hakikat olsun tek’ gerçeğinden taviz vermezler.
Onlar edebiyatçılar tek silahları kalemleri. Sevgi dolu yüreklerinden başka şeyleri yok. Onlar ön yargılarla yola çıkmazlar. Amaçları çirkini daha çirkin göstermek değildir. Yazarlar, her çirkinliğin sevimli bir yanını bularak onu güzelleştiren insanlardır. Yazarın görevi eleştiri yaparken, kişileri iğnelerken yüzlerde tebessüm yaratmaktır. İnsana olan yaklaşımları yumuşak sıcak ve samimi duygularladır.
Yazarlar ülkenin dertlerine isteyerek ortak olan, Namık Kemal’in söylediği gibi ‘Bais-i şekva bize hüzn-i umumidir Kemal/Kendi derdi gönlümün billah gelmez yadına’ kendi dertlerinden ziyade umumun derdiyle hemhal olan insanlardır. Onlar mısralarla düşünürler, mısralarla duyarlar ve onlarla teselli ararlar.
Şimdi Mukaddime adlı eserden alıntıladığımız, okuduğumuzda bize tanıdık gelen 600 küsur yıl önce düşünülüp yazıya dökülmüş bu satırları paylaştığımız için eleştirilecek olan yazarlar değil, 600 yıl önce yazılanlardan ders çıkarmayıp yanlışa devam edenlerdir.
Biz edebiyatçılar asl olanı hatırlatanlarız…