Sene 1946-50… Muhalefetin ancak ‘Markopaşa’ gibi mizah dergileri ile yapıldığı yıllar. Muhalefetin olmadığı yerde halkın sözcüsü olmuş Markopaşa Gazetesi.
‘Bu gazete Cuma günleri saat sekizde çıkar, sekizle dokuz arasında fırsat bulursa satılır. Dokuzda toplatılır. Saat 10 da yazarları sorguya çekilen basın hürriyetinin kurbanı felaketzede bir gazetedir. Ve ‘Markopaşa’ başlığının üstünde ‘Toplatılmadığı zamanlarda çıkan siyasi mizah gazetesi’ yazısı dikkat çeker.
Gazetenin sık sık toplatılmasından doğan sıkıntıyı aşmak için tutulacak yollar da okuyucuya mizahi biçimde sunulmuştur:
‘Öteden beri bilindiği üzere, Markopaşa daima muhalif olarak tanınmıştır. Baskılar o kadar artmıştır ki, artık muhalefete imkan olmadığını anlayan Markopaşa, bundan sonra daima ve daima efendilerimize methiyeler yazacak ve kasideler düzecektir. Bu dahi efendileri tatmin etmezse, büsbütün havadan sudan mevzular yazılacak, bamyanın fazileti, kendini nimetten sayan kuru fasulyenin şerefi, milli nohutun asaleti gibi çok değerli mevzular üzerinde ileri geri fikirler yürütülecektir.
Bundan sonra gazetemizin her sayısını meyva ve sebzelerin methine tahsis edeceğiz. Şimdiye kadar gazetemizi İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı toplattırdı. Bakalım bu sefer de Tarım Bakanlığı toplatacak mı?.
‘Kimseye, gözünün üstünde kaşın var diyemiyorsun. İdarei maslahat icabı, köre şaşı, şaşıya şehla, şehlaya badem gözlü demek lazımmış. Affetsinler, yapamıyorum bunu. Bu yüzden dostlar incinirmiş, arkadaşlar gücenirmiş… Ne yapalım? Biz halkın ve halka dost olanların dostuyuz.
Bir gün Borazan Tevfik’i saraya çağırmışlar. Ser musahip Nadir ağa; -Tevfik demiş, taklit yaparak, efendimize hoş vakit geçirteceksin
-Yapamam efendim
-Neden
-Yapamam işte.
Ser musahip ısrar edince, nihayet şöyle demiş:
-Arnavut taklidi yapamam, Tüfekçi Tahir Paşa darılır. Arap taklidi yapamam, Arap İzzet Paşa kırılır. Çerkez taklidi yapamam Çerkez Tahsin Paşa gücenir. Zenci taklidi yapsam, zatı aliniz alınırsınız.
Sonra Borazan Tevfik, bir ayağını havaya kaldırır, elini ileri doğru uzatıp boynunu kıvırır.
-Kala kala, bir bu kaldı der.
-O ne Tevfik
-Apteshane İbriği efendim.
Şimdi biz de doğru söylesek, Recep Peker darılır. Güneşe karşı baksak, zülfü yara dokunur. İstanbul’u ağzımıza alsak Lütfü Kırdar alınır. Hürriyet yok desek…
Kala kala apteshane ibriği kalıyor, ondan mı bahsedelim?’
‘Korkuyoruz’ başlığıyla Markopaşa’nın nasıl çıktığı ve hangi koşullar altında yayın yaşamını sürdürdüğü şöyle anlatılmış;
‘Markopaşa bu memleketin demokrasi ölçüsü oldu. İki de bir de- Bak diyorlar, bu memlekette ‘Markopaşa’ bile çıkabiliyor. Hürriyeti kantarla ölçenler, Markopaşa’nın neleri göze alarak çıktığını söylemiyorlar. Dostlarımız soruyor:
-Korkmuyor musunuz
-Korkmaz olur muyuz hem de nasıl…
Galile kellesini koltuğuna alıp, dünya dönüyor dediği zaman, korkmuyor mu idi?. Fakat korku, hakikat güneşinin yanında toz bile değildir.
Abdülhak Hamit, -Bu millet söylemez, söylenir demiş. Evet millet, tramvayda, vapurda, yolda, kahvede söyleniyor ama söylemiyor. İşte Markopaşa, söylenen değil söyleyen bir gazetedir. Bu memlekette serbest ve doğru bir yazarın her türlü baskıya katlanır bir insan olması lazım korkmaz olur muyuz? Hem de nasıl. Ama taş çatlasa yine de söyleyeceğiz’
Çok şükür zamanımızda gazeteler özgürce çıkıyor, toplatılmıyor gazeteler kapatılmıyor. Ama mahalli gazetelerimizde ki bazı yazarlarımızın gazetelerine ne yazalım ‘İbriği mi anlatalım dedirtecek zamanların yaşandığı da bir gerçek
Ne yapalım biz de Bamyanın fazileti, kendini nimetten sayan fasulyenin şerefi, Nohut’un asaletinden mi bahsedelim, Tokiye, Togg’a övgüler mi düzelim yoksa abdesthane İbriğini mi anlatalım.
Sen yazmazsan, ben yazmazsam nasıl çıkaracağız karanlıkları aydınlığa…