Şu dünya hayatı!
Kısacık!
Doğdu büyüdü evlendi çoluk çocuk torun torba... Derken bir de bakıyorsun ki yaş kemale ermiş!..
Atalarımızın da dediği gibi:
Göz açıp yumuncaya kadar gelip geçiyor.
Kimilerince de "delip geçiyor!"
Anamın bir atasözünü mütemadiyen tekrar ettiğine şahit olurum:
"Dertlinin söylediğini deli söylemez!"
Bir de "analı oğlak yarda oynar, anasız oğlak yerde oynar" der.
Ne demekse işte!
Fakat ve yine de:
Dünya hayatı güzeldir. Yaşamaya değer. Mevsimler değişir, insanlar da değişirler...
Her şeye rağmen hayattan ve bilhassa bayramlardan mutlu olurlar. Kısa bir süreliğine de olsa arınırlar. Gamı kasaveti unuturlar yahut içlerinde derinlere gömerler...
Kim bayramlar hakkında iki kelam edecek olsa...
Gidip gelip çocukluğunda bulur kendini. Eski bayramlar dediği çocukluğunun bayramlarıdır. O çocukluk hatıralarını anımsatan bayramlar bir başkadır nedense...
Bizim kuşaktan olanlar için diyorum:
Nerede köylerde yüz sene önce ayakkabı? Büyüklerin ayaklarında o da varlıklı olanların ayaklarında çarık var. Kiminin ayağında yok ne ayakkabı ne nalın ne de kelik!
Maddi kaygıdan ötürü zor şer de olsa hazır edilip çocuğa da ufaktan çıtlatılan bayramlıklar var ya! Hani o ayakkabıyı yastık altına koyup bayram sabahını bekleyenler vardı ya!
İşte anam!
Yalınayak geçen çocukluk günlerini anlatır durur. Yine de mutlu taraflarından bahseder. Gönüller mutlu olmayı arzu eder. En azından bayramlarda derdi kederi geçim kaygısını unutmak ister...
Yalan dünya!
İnsanlar bayramlara heyecan içinde girerler. Bir şey ararlar bayramlarda. Bayramlar her şeye cevap veremez yazık ki! Aslında her ne varsa insanın içindedir. Kendisiyle barışık insanlar ancak dünyanın tadına varabilirler. Çok düşünen dert edinen diğergam insanlar için çile değişmez. Devamlı ararlar. Mutlu etmek isterler. Güneşin sadece yüzleri değil gönülleri de ısıttığı günler onlar için önemlidir.
Bu türden insanlar, kendilerini bırakırlar da başkalarının saadetine ortak olmayı arzularlar başkalarını mutlu etmek isterler. İnsanlık da budur. İnsana yakışan da budur. Maddi ve manevi olarak aşağıda olana el vermek bayram üstüne bayramdır. Böyle epeyce insan tanıdım şu ömrümde. Hem de âlâ insanlar bildim tanıdım. Onlar olmasa dünya çatlar tam ortasından! Yüce Yaratan'ın da dileği budur; iyi insan, iyi ve iyilik sever insan...
Bayramlar!
İnsan ömründe kaç bayram vardır? Müslüman ise iki dini bayram Ramazan ve Kurban iki ay arayla senede bir gelir. Altmış yetmiş yıllık ömürde aşağı yukarı yüz elli bayram eder. Az da değil. Hayatta tam yüz elli gün dertsiz kedersiz geçiyor. En azından derdin kederin dışarı yansımadığı, yürekleri alev alev yakmadığı, ufak tefek kötülüklerin can sıkmadığı günlerdir bayram günleri...
Şimdi bu bayram gününde dert keder de nereden çıktı?
İçimde öyle esti rüzgar! Tersten esti! Daima ılık meltem esmez insanın içinde. Acı poyraz da eser. Bunun da günü saati olmaz...
Bayramlar...
Sokağıma bakınca bayram mı seyran mı belli değil. Ne çocuklar seğirdip koşuyor ne de büyükler ayaküstü sohbete dalmışlar. Herkes kendi derdinde, evinde. O cıvıl cıvıl toplum gitti yerine sadece nefsini düşünen bir toplum geldi. Hazırlık aşaması planı programı falan ama nihayet son otuz yılda oldu ne olduysa!
Kimse hesap kitap etmesin. Öyle böyle demesin. Kimse kimseyi eleştirmesin. Birbirini tanıyanlar dahi çok yakın değilseler ayrı gayrı durmayı tercih ediyorlar.
Yani!
Bayramlar da bu ülkede yalnızlığa ve ferdi hayat düzenine mani olamıyor...
Samimiyet bayramlarda da gelip otağına kurulamıyor...
Her yer her şey çok ama çok uzak. Sanki Kafdağı'nın ardında...
Kaybedip de bulamadığımız nedir ki?
Hiç düşündünüz mü?
Bugün bayram olduğu gibi aynı zamanda günlerden Cuma. Namaza gittim. Hoca Efendi esip gürlüyor:
Siyonizme ve kapitalizme beddua ve beri tarafa dua! Yaşım aha geldi altmışa dayandı. Hep aynı!
Çıkıp da diyemiyor ki:
Yahu çamaşır makinesine koyduğum deterjanın patenti siyonistlerin ve kapitalistlerin elinde. Neden bizde değil? Bir yerde yanlış var ama nerede?
Kısacası ve yani:
Hocanın lisanıyla hülasa Ortadoğu cephesinde değişen bir durum yok; bu gidişle olmaz da olamaz da...
Ayrıca Ortadoğu halkları kral sever. Öteden beri kralcılık var olagelmiştir. Bilmem şu zamandan beri mutat gelenektir. Örnek mi? En meşhurları Firavun ve Nemrut! Bugünün şartlarındaki kral kime hizmet eder o da bilinmiyor!
Gazze bölgesi ile Filistin bölgesi birbirinden toprak olarak ayrıdır. Arada İsrail devleti vardır. Biri de çıksa bu bölgenin uzun yolculuğunu, kısa tarihini çalışsa, gerçekleri gün yüzüne çıkarsa hatip boşa kürek çekmese; siyasi dini sosyal kültürel konuşmalarında. Hamaset çare üretmez. Hiç olmazsa bu konu kapanmış olur.
Dua:
Dedemin dilinde yazan bir Hoca Efendi diyor ki:
"Dua kapı çalmaktır. Dua telefon açmaktır." Doğru ve de çok doğru! Kapı açıldıktan sonra ötesi çalışmaktır. Yüce Allah duadan sonra gelişmeleri değişmeleri olacakları cüz'i iradeye bırakıyor.
Başka bir Hoca Efendi de demiş ki:
Mehmet Akif'e atfen:
'Yüce Allah kapımızda "emir kulu" değildir."
Sonra da Necm Suresi 39'ncu ayeti delil göstermiş:
"İnsan için sadece gayretinin emeğinin karşılığı vardır."
Otuz senelik çalışma hayatımın on beş senesi muhasebe murakebe işlerinde geçti. Bu işler benim icraatım ve sanatımdır. Zordur, çetindir. Kuruşun hesabını vermek lazımdır. Bu dünyada kula hesap veremeyen ahirette Yüce Allah'a zor hesap verir. Hatta veremez!
Dediğim gibi bu işlerde asıl mesele hesap vermektir. Hesap vermek ve hesap kitap etmektir. Para varsa işin içinde doğruluk ve dürüstlük değişmez kuraldır.
Sergi açılıp para toplanıyor. Sadaka veya infak veya tasadduk! Adına ne denirse densin. Hesabı var. Parayı verene hesap vermekten niçin imtina edilsin ki?
Hesap vermeyi mecburiyet addetmeyen toplumlar ilerleyemez, gelişemez. Yenilik yapamaz, icat edemez. Sadece kendi nefsine uygun icat çıkarır. O da gidişatı aşağıya çeker...
Yüce Allah'ın kelamıyla netice "hüsrandır!"
(Bu konuda Hz. Adem'in meşhur duasına ve tefsirine müracaat edilebilir