Irgat, Rumca bir isimdir.

Türkçede Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre “tarım işçisi, rençper” anlamına gelir. Rumcada da anlamı aynıdır: İşçi.

Türkçede ki anlamının da “tarım” sözcüğünün geçmesinden olsa gerek, daha çok köylü olgusu akla gelir.

Irgat dendi mi, köylü akla gelir bizde.

Büyük önder Atatürk, 1 Mart 1922 de, TBMM üçüncü toplanma yılı açış konuşmasında açık ve net söylemiştir;

“Milletin efendisi köylüdür”. Irgattır yani.

7 Haziran seçimleriyle siyasilere “uzlaşın” diyen halkımıza, Yeni Şafak yazarı Hayrettin Karaman, “bir kaç ırgat bir araya geldi, iktidarı yıktı” karşılığını verdi.

Bu işin özetidir.

Söylenmek istenenle, söylenenin zıtlığını görebilmek gerekir.

Karaman, sözlerinin özünü vatan şairimiz Mehmet Akif’e dayandırır.

Şiir şöyledir:

 

Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir

Onu en çolpa herifler de emin ol becerir.

Sade sen gösteriver işte budur kubbe diye

iki ırgatla iner şimdi Süleymaniye.

Ama gel kaldıralım dendi mi heyhat o zaman

Bir Süleyman daha lazım yeniden bir de Sinan.

Bunların var mı sizin listede hiç benzeri; yok.

Ya ne var?

Bir kuru dil, siz buyurun karnım tok.

 

Karaman bu şiiri sayın cumhurbaşkanımız Erdoğan’ı yüceltmek için kullanmıştır. Bunu yaparken de muhalefeti, ırgatlarla işbirliği yaparak hükümeti yıkmakla suçlamaktadır.

Bu şiir daha önceden de kullanılmıştır.

Ahmet Hakan’ın “Tarafsız Bölge” programında, Sırrı Süreye Önder kullandı.

Önder ise aynı şiiri, bu sefer iktidar partisinin (Ak Parti) baskıcı ve adaletsiz yönetim anlayışını vurgulamak için okudu. En azından kendisi böyle söylüyor.

Peki bu şiir neden yazıldı?

Yanıtı Mithat Cemal Kuntay’ın “Mehmet Akif” adlı eserinde kayıtlıdır. Kuntay’a göre Akif, müthiş bir Abdülhamid düşmanıdır.

Çünkü 31 Mart olaylarının arkasında Abdülhamid’in olduğuna inanmaktadır.

Akif, bu inancını da Sırât-ı Müstakim dergisinde yayınlamıştır. Zira Abdülhamid’e sahip çıkan Hind aydınlarının gazetelerde yazdıklarına Ferid Vecdi, Mısır gazetelerinde cevap vermiş ve 31 Mart’ı tezgahlayanın Abdülhamid olduğunu savunmuştur. Akif de bu cevabı aynen tercüme ederek Sırât-ı Müstakim dergisinde yayınlamıştır.

Bu gelişmelerin ardından Akif, yukarıdaki şiiri yazmıştır.

Şiir de Abdülhamid’in köylüler üzerinden oynadığı oyun vurgulanmaktadır.

Akif’in Safahat’taki şiirlerine bakılınca Abdülhamid’e ağır suçlamaları başka şiirlerinde de görebiliriz.

Mesela şu mısralara bakalım:

 

Çoktan beridir vardı benim bir derdim:


Gideyim, zâlimi ikâz edeyim, isterdim.


O, bizim cami uzaktır, gelemez, mani ne?


Giderim ben, diyerek, vardım onun camiine.


Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid,


Koca şevketli! Hakikat bunu etmezdim ümid.

 

Akif’in ağzından Abdülhamid gerçeği budur.

Ya bizim gerçeğimiz?

Son zamanlarda sınır tanımayan kişi ve kuruluşlar giderek artmaktadır.

Sınır tanımayan gazeteciler,

Sınır tanımayan doktorlar,

Sınır tanımayan edebiyatçılar gibi.

Bu örgütler insanlığın yaşadığı baskı veya eksik hizmetleri gidermek için kurulmuşlardır. Bu örgütlerdeki sınırın çerçevesi, alınan hizmetinin kalitesini iyileştirmekle çizilmektedir.

Ya sınır tanımayan kişiler?

Aşık olanlar,

G...... kılı olanlar,

Milletin a.....koyacağız diyenler,

İki silahım var, önce beni vurmaları gerekir diyenler,

Allah’ın tüm vasıflarını üstünde taşıyor diyenler,

Ona dokunmak bile ibadettir diyenler,

Yüce kitabımız Kur’an la dalga geçenler, vb.

Bunları çoğaltmak elbette mümkündür. Çünkü tüm bunlar hafızalardan henüz silinmedi. Silinmeyecekte.

Akif’in dilindeki akıcılığa bakarsak, kültür, bilgi, hiciv ve halk sevgisi vardır. O dönemde de halk, köylüdür, ırgattır yani.

Ya şimdikilerde?

Dillerine bakarsak görebiliriz.

Cehalet her yerlerinden akıyor.